Adil BÜYÜKÇOLAK / Yazar

    12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
    Adil BÜYÜKÇOLAK / Yazar

    AF

    18 Eylül 2017 Pazartesi 16:43

     

    Rasûlullah (s.a.v.), cezalandırılmalarını istediği on-on beş kişi dışında kalan bütün Mekkelilerin serbest ve özgür olduklarını ilan ettikten ve öğle namazını kıldıktan sonra Kâbe’yi bütünüyle görebileceği bir nokta olan Safa tepesine çıktı ki burası Rasûlullah'ın daha önce Mekkelileri topluca İslam'a davet için konuşma yaptığı yerdi. O zaman O'nu yalanlayanlar bugün O'nun etrafında biat için sıra bekliyorlardı. Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra Mekkelilerden biat almaya başladı. O yirmi yıl boyunca kendisine olmadık eziyet ve saldırıyı yapan şehir ve onun halkından intikam almadı, onları esir, mallarını ganimet görmedi. Onları özgürlük, rahmet ve sevgiyle tanıştırdı. Bunlar en katı kalplilerin bile kalplerini yumuşatmaya yetti. Mekke halkı, Allah ve Rasûlü'ne itaat etme sözü vermek için akın akın onun yanına biat etmeye geliyordu.

    Hz. Ebu Bekir yaşlı babası Ebu Kuhafe'nin elinden tutmuş biat için Rasûlullah'ın huzuruna getirdiğinde Rasûlullah (s.a.v.) "Neden yaşlı adamı evinde bırakmadın? Ben oraya giderdim" diyerek insanlık dersi vermeye devam etti. O'nun kadrini en iyi takdir edenlerin başında gelen Sıddık Ebu Bekir (r.a) ise "Onun sana gelmesi, senin ona gitmenden daha uygundur" karşılığını verdi. Rasûlullah (s.a.v.) yaşlı adamın elinden tutarak önüne oturttu, Kelime-i Şehadeti söylemesini istedi. O da hemen onun sözlerini tekrarlayarak Müslüman oldu.

    Erkeklerden sonra kadınlardan da "Allah'a asla şirk koşmamak, hırsızlık ve zina yapmamak, çocukları öldürmemek, iftira ve bühtandan sakınmak, hak olan her şeyde Peygamber'e itaat etmek, saadet ve felaket zamanlarında O'na sadık kalmak" üzere biat aldı. Bu biatı verenler arasında Uhud'da Hz. Hamza ve diğer şehitlerin naaşlarına musle (burun, kulak vb. yerlerin kesilmesi) yapan Hind ve Hz. Ali'nin kız kardeşi Ûmmuhani binti Ebî Talib, As bin Ümeyye'nin kızı Ümmü Habibe, Attab binti Useyd'in halaları Erva ile Atike, Haris bin Hişam'ın kızı ve İkrime bin Ebî Cehil'in hanımı Ümmü hâkim, Halid bin Velid'in kız kardeşi Fahite gibi Kureyş eşrafından olan kadınlar da vardı. İkrime'nin hanımı ünlü İslam düşmanı kocası için de af talebinde bulununca talebi kabul buyruldu.

    Bu bağışlamalar ancak gerçek bir din ve inanışın eseri olabilir. Batıl dava ve ideolojilerin masum karşıtlarına yaptıkları düşünüldüğünde bu daha iyi anlaşılmaktadır. Biat sonrası Rasûlullah ve Muhacirler Kureyş ile öyle içli dışlı olmuşlar ki düşmanlığın yerini dostluk, yakınlık alıyor ve sevgi her yanı sarıyordu. Ortam sanki sekiz yıl ayrılık hasreti çekmiş aile bireylerinin kavuşma sahnesini andırıyordu. Bu sahne Ensar'ın dikkatinden kaçmadı. Ve birçok soru hücum etti beyinlerine. Rasûlullah ve Muhacirler acaba öz vatanlarını bırakabilecekler mi, Arabistan'ın kalbi ve Kâbe’nin bulunduğu bu mukaddes beldeye mi yoksa tekrar gurbeti mi tercih edeceklerdir? Görünüşe göre Rasûlullah ve Muhacirler Mekke'yi terk etmeyecek gibiydiler. Evlerini, dindaşlarını ve yakınlarını bırakıp gitmeleri uzak bir ihtimaldir diye düşünen Ensar'ın endişesini fark eden Allah Rasûlü durumu öğrenince. Sevgiyle "kesinlikle sizinle yaşayacağım, sizinle öleceğim." diyerek onların gönüllerini aldı.

    Kâbe ve çevresi putlardan temizlenmişti, fakat Mekke'nin çevresinde birçok yerde ve evlerdeki putlar henüz yok edilmemişti. Rasûlullah "Kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa, evinde put bırakmasın kırsın!" ilanı yaptı. Evlerdeki putların kırılması sağlandıktan sonra, çevredeki putların ortadan kaldırılması için askeri birlikler görevlendirdi. Deniz kenarında Muşellel mevkiinde bulunan Menat putunu Sa'd b. Zeyd el-Eşhelî bir grup arkadaşıyla yok etti. Uzza Mekke'ye bir konak mesafede Nahle'deydi. Halid b. Velid 30 askerle gidip bu putu devirdi. Amr b. As Yanbu civarındaki Suva' putunu ortadan kaldırdı. Suva'nın bakıcısı da tevhidi seçti.

    Taptıkları putların yok edilmesini bu kadar kolay edip tevhidi seçmeleri onların aslında putperestlikte çok da samimi olmadıklarının göstergesi sayılabilir. Çünkü insanın batılla bağı aslında çok zayıftır. Hak geldiğinde insan batıla ne kadar bağlı kalabilirdi ki? Batıla bağlı kalmanın gerekçeleri çok kuvvetli değildir. Onlar batıla dünya menfaati için bağlıydılar, o ortadan kalkınca hakka sarılmakta gecikmediler. Onlar putlarda gerçek güç ve kuvvet vehminden çok onlardan metaalanmaya alışmışlardı. İslam'ın onlara sunduğu hem dünya hem de ahiret saadeti ve kurtuluşunu reddetmek çok da akıllıca görünmüyordu. Bu yüzden kısa sürede samimi birer Müslüman olmakta zorlanmıyorlardı.

    Mekke'nin fethinden sonra Rasûlullah (s.a.v.) etrafta bulunan kabileleri İslam'a davet için birlikler ve memurlar tayin etti. Halid b. Velid Beni Süleym kabilesinden üç yüz elli kişilik bir birlikle Huzeyme kabilesini İslam'a davet için gönderildi. Ancak Halid b. Velid'in cahiliyeden kalma kan davası yüzünden olaylar çıktı, istenmeyen şeyler oldu. Rasûlullah durumdan haberdar olunca "Ya Rab! Ben Halid'in yaptığı işten uzağım" diyerek olaydan duyduğu memnuniyetsizliğini ifade etti. Morali bozuldu, Halid'e iltifat göstermedi. Hemen Hz. Ali'yi birçok mal ile zarara uğrayanların zararını tazmin ve ölenlerin diyetlerini vermek üzere Huzeyme oğullarına gönderdi. Hz. Ali en ufak zararlarını dahi ödedikten sonra "Daha hakkınız kaldı mı?" diye sorduğunda “Kalmadı” cevabını almasına rağmen “Belki bilmediğiniz zayiatınız varsa, ona karşılık olsun, "diyerek yanında kalan bütün malları da onlara verdi. Hz. Ali'nin bu davranışı Rasûlullah'ın çok hoşuna gitti. Halid b. Velid'i Beni Huzeyme'nin memnuniyet haberinin gelmesinden sonra ve arkadaşlarının isteği üzerine affetti. Bazı tarihçilere göre Hz. Halid'in onları öldürmesinin sebebi, onların İslam’ı güzellikle kabul etmeyip "Biz sabiî olduk" demeleri olmuştur.

    Müslümanlar da hata, kusur ve günah işleyebilir. Ancak Müslüman hatasıyla ve günahıyla rahat ve huzurlu olarak hayat süremez. Günahını bağışlatmaya ve hatasını düzeltmeye çalışır. Hata ancak doğru hareketlerle düzeltilir. Kötülük iyilikle giderilir.

    Af kapsamı dışında tutulanların dahi affedilmeye başlanması İslam davasının dünya ile sınırlı olmayıp insanı hem dünyada hem de ahirette kurtarmanın çabasında olduğunun kanıtı sayılmalıdır. Daha önce birbirlerine ne kadar çok zarar vermiş dahi olsa insanlar, Müslüman olduklarında karşılıklı olarak bunları unutmalı, birlikte aynı hedefe doğru yürüyebilmelidir. Böyle olunduğu takdirde ortaya çıkacak iyilikler sonradan açıkça görülecektir. Mekke'nin fethinde af kapsamı dışında tutulanların affedilmelerini ve aftan sonraki hayatlarını bilmek bize ışık tutacaktır.

    İkrim'e b. Ebi Cehil Rasûlullah'a ve Müslümanlara düşmanlıkta babası gibiydi. Babası Bedir'de öldürülmüştü. Mekke'nin fethinde Hz. Halid'in birliği ile çatışmaya girecek ve son ana kadar düşmanlığını sürdürecek kadar İslam karşıtıydı. Çarpışmada yenilip Yemen'e kaçmak için Tihame'ye gitti. Daha önce anlatıldığı gibi karısı Ümmü Hakim Müslüman olup onun için Rasûlullah'tan eman dilemiş, emanı kabul edilmişti. Bunun üzerine karısı arkasından giderek eman haberini kendisine söyledi. Bunu duyunca şaşırarak "Muhammed benden o kadar fenalık görmüşken eman verdi mi?" dedi. Karısı "Evet” O’nun yumuşak huyu ve ikramı anlatmakla bitmez." karşılığını verince İkrime korku ve ümit arasında Mekke'ye döndü. Rasûlullah, emanına zarar verilmemesi ve İkrime'nin samimiyetle geldiğinin bilinmesi için "İkrime şimdi mü'min olarak geliyor, sakın babasına sövüp onu gücendirmeyin" buyurdu. Onun gelişinden önce neşeli bir şekilde ayağa kalkan Rasûlullah'ın bu sözleri ve davranışları kalp fethetmenin ipuçlarını bizlere vermektedir. Bu samimi teveccüh, samimi kabulü peşinden getirmiş, İkrime'ye "Ey Allah'ın Rasûlü! Ben bu kadar kötülük yapmışken yine affettiniz. Bundan sonra Müslümanlara karşı olan düşmanlığımın iki mislini kâfirlere göstereceğim" dedirtmiştir. Gerçekten de Müslüman olduktan sonraki hayatı onun bu sözü, ne kadar samimiyetle söylediğinin delilleriyle doludur. O daha ilk gün gizli yerlerde bulunan ne kadar put varsa hepsini imha etti. Hiç bir vakit gaza ve cihattan uzak kalmadı. Hz. Ebu Bekir'in halifeliği zamanında, Umman, Hadramut ve Yemen'de dinden dönenlerle yapılan savaşlarda çok gayret sarf etti. Şam'ın fethinde bulundu. Bir rivayete göre Ecnadeyn diğer bir rivayete göre de Yermuk savaşında şehit oldu.

    Farklı bir eman ve af rivayeti de Safvan b. Umeyye b. Halef Cumahî'ninkidir. Müslümanların büyük düşmanlarından olan Safvan fetih günü korkup Cidde'ye kaçtı. Kardeşinin oğlu Umeyr b. Vehb Cumahi Rasûlullah'a gelerek "Safvan benim kavmimin reisidir, korkup kaçtı ona eman ver" diyerek onun için af diledi. Rasûlullah da kabul etti. Safvan, Umeyr ile birlikte Rasûlullah'ın huzuruna vardı. "Bu adam bana eman verdiğini iddia ediyor" dediğinde Rasûlullah bunun doğru olduğunu söyledi. Safvan: "Beni (Müslüman olup olmama hususunda) iki ay muhayyer bırak" deyince Rasûlullah(s.a.v.): "Sen dört ay muhayyersin" buyurdu. Safvan'ın Rasûlullah ile ilişkisi kısa sürede kuvvetlendi. Huneyn savaşında Müslümanlara borç vererek mali katkıda bulundu. Kendisi de Müslüman olmadığı halde Müslüman saflarında yer aldı. Huneyn ve Taif dönüşünde ganimetlerden bir deve ve koyun sürüsüne imrenerek bakınca Rasûlullah'ın "Bunların hepsini sana hibe ettim." demesiyle, bunu ancak bir peygamber yapar diyerek müddetin dolmasını beklemeden samimiyetle Müslüman oldu. Bundan sonra Rasûlullah'ın yanına hicret etmek istemişse de Rasûlullah "Fetihten sonra hicret yoktur" buyurarak Mekke'de kalmasını sağlamıştır.

    Genel aftan istisna edilenlerden af dileyip de affedilmeyen yoktur. Hz. Hamza'yı şehit eden Vahşi b. Harb  bile affedilmiş, ancak Rasûlullah onu görmek istememiştir. Fakat o Vahşi Rasûlullah'tan sonra İslam ordularıyla savaşlara katılmış, Yemame'de ortaya çıkan yalancı peygamber Müseylemetü'l-Kezzab'ı öldürmüştür.

    Şiirleriyle Hz. Peygamber'i hicveden Ka'b b. Züheyr, babası ve kardeşi gibi ünlü bir şairdi. Mekke'nin fethinde diğer İslam düşmanlarının çoğunun kaçıp sığındığı Taif'e gitti. Kardeşi Büceyr ise Müslüman oldu. Ka'b kardeşini İslam'dan vazgeçirmek için yazdığı ve içinde Rasûlullah'a dil uzatan bölümün bulunduğu bir şiiri Büceyr'e gönderdi. Büceyr şiiri Rasûlullah'a gösterdi. Hem Taif'te İslam düşmanlarıyla işbirliği yapması hem de şiirleri sebebiyle Rasûlullah'ın cezalandırılmasını istediği kişiler arasına girdi. Kardeşi Büceyr de ona cevaben bir mektup yazarak durumu bildirince ne yapacağını şaşırır, dostlarına danışır, düşünür, sonunda İslam'a meyleder. Rasûlullah'ı öven kasidesini yazar. Gizlice Medine'ye gelir. Rasûlullah'ın huzurunda bir dostu vasıtasıyla kabul edilip edilmeyeceğini sorar. Rasûlullah'ın olumlu cevabı üzerine kendini tanıtır. Rasûlullah huzurunda altmış beyitten oluşan Rasûlullah için yazdığı meşhur kasidesini okur:

    "O Rasûlü Kibriya bir nurdur, ışık saçan,

    Keskin ve yalın kılıç, ilahi kılıçlardan..." beyitini söyleyince Rasûlullah, memnuniyetini ifade ederek sırtındaki hırkayı çıkararak Ka'b'a giydirir. Bu sebepten kasidesinin adı, hırkaya nispetle "Kaside-i Bürde" diye şöhrete kavuşmuştur. Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethettiğinde getirdiği kutsal emanetler içinde bu hırkada vardır. Bugün Topkapı müzesinde bulunan hırkanın bu hırka olduğu rivayet edilir.

    Bunlardan başka şair Abdullah b. Ziba'ri, vahiy kâtibiyken irtidat eden Abdullah b. Sa'd Ebi Serh, Hz. Peygamber'in kızı Zeyneb'in deveden düşürüp düşük yapmasına ve hastalanıp ölmesine sebep olmuş olan Habbar b. Esved gibi kişiler de affa uğramışlardır.

    Rasûlullah (s.a.v.) hak davasında kendisiyle yirmi yıl mücadele etmiş bir topluluktan cezayı gerçekten hak eden üç-beş kişi dışında cezalandırdığı kimse olmamıştır. Kendisinden af dileyenlerin hiçbirini cezalandırmamıştır. Yalnız cezayı hak eden ve af da dilemeyenler hak ettikleri cezaları bulmuşlardı. Bunların suçlarının mutlaka cezalandırılmaları gereken özellik ve nitelik taşıdığı da görüleceği üzere ayrı bir gerçekliktir.

    Abdûl Uzza b. Hanzal önce Müslüman olarak Medine'ye gelmiş, Rasûlullah ona Abdullah ismini vermişti. Huzaa kabilesinden biriyle bazı kabilelerden zekât toplamak görevi ile gönderilmişken, önemsiz bir sebepten (yemek pişirmedi diye) dolayı arkadaşını öldürdü. Kısas korkusundan zekât mallarını alıp Mekke'ye kaçarak dinden döndü. Şarkıcı cariyelerine Rasûlullah aleyhinde şarkılar söylettirdi. Fetih günü Hz. Halid'in mahiyetindeki askerlerle çarpıştı ve hezimete uğradı. Beni Eslem'den Ebu Berze ile Beni Mahzum'dan Said b. Haris tarafından öldürüldü.

    Makîs b. Sababe cezalandırılan ender kişilerden biridir. Cezalandırılma sebebi ise şudur. Kardeşi Hişam b. Sababe daha önce Müslüman olup Medine'ye gelmişti. Mureysi savaşında Beni Amr b. Avf'tan biri onu müşrik zannıyla yanlışlıkla öldürmüştü. Makîs, İslam'ı kabul ederek Medine'ye geldi kardeşinin kanının dava etti. Rasûlullah, ölümün hata ile olması nedeniyle diyet verilmesine hükmetti. Kardeşinin diyeti ona verildi. Fakat o bununla yetinmeyerek kardeşini öldüreni öldürüp dinden dönerek kaçtı. Fetih günü Handeme yolunda savaşıp, bozulduktan sonra, birkaç arkadaşıyla şarap içmeye koyulmuşken kendi kabilesinden Nemile b. Abdullah onu gelip öldürdü.

    Bu şekilde cezalandırılanların sayısı üç-beş kişiyi aşmamıştır. Bu cezalandırılanlar af dilemiş olsalardı belki onlar da affedileceklerdi. Ancak yukarıda anlattığımız iki olay, görüleceği üzere biraz farklılık arz etmektedir ki bunların suçlarını devletten veya devlet başkanından çok, zarara uğrayanların velilerinin affedip affetmeyeceği bir konuyu içermektedir. Devlet veya devlet başkanının affedebileceği kişilerin ancak kendisine karşı suç işlemiş olanları kapsamıştır. Savaş suçluları ve İslam devletine karşı işlenen ideolojik nitelik taşıyan inanç muhalefeti neticesinde meydana gelen suçlar affedilebilmiştir. Hele bunlar af dilemiş, pişmanlıklarını ortaya koyarak Müslüman olmuşlarsa tertemiz bir başlangıç yapmış sayılmışlardı. Böylece onlara hem dünyalarını hem de ahiretlerini kurtarmanın yolu buldurulmuştu. İşte gerçek af budur.

    Mekke’nin fethi sırasında cereyan eden bir hırsızlık olayı Rasûlullah'a intikal ettirildiğinde bunu yapanın kızı Fatma dahi olsa infazından tereddüt etmeyeceğini belirterek suçlunun cezasını vermiştir. Ancak hak sahibinin şikâyetçi olmaması ve konunun adalete aksettirilmesinden halledilmesinde de bir beis olmadığı ortaya konmuştur. Adalete intikal eden davanın suçlusuna, kimliği, şöhreti, gücü ve kuvvetinin cezalandırılmada ona bir fayda sağlamaması yani hukukun üstünlüğü prensibinin işlemesi gerektiği Rasûlullah (s.a.v.) tarafından bu olay vesile edilerek vurgulanmıştır. Bu olay da bize açıkça göstermektedir ki bir suçun cezasını öncelikle hak sahibi affederse devlet ondan sonra affedebilir. Hak sahibinin affetmediği bir suçlunun affını devlet yapmamalıdır. Allah’ın büyük mahkemesinde de suçluların affı ancak hak sahibinin affı neticesinde gerçekleşebileceği hatırdan çıkarılmamalıdır. Dünyada sağlanamayan adalet, ahirette Allah'ın şaşmaz ve yanılmaz adalet terazisinde sağlanacağı bilinmelidir. Hak sahipleri ve suçlular bunu bilerek hareket ettiklerinde ise gerçek huzur ve güven sağlanacaktır.

     

    Bu yazı toplam 1609 defa okunmuştur.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
    Tüm Hakları Saklıdır © 2016 BADER Ankara | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0 312 229 54 06 - 229 55 06 | Haber Yazılımı: CM Bilişim