




Ahmet Rasim KALAYCI(YENİ NESİL TEKNOLOJİLER VE YENİ NESİL AİLE(2)
YENİ NESİL TEKNOLOJİLER VE YENİ NESİL AİLE(2) Ahmet Rasim KALAYCI
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Uzmanı
SİSTEMİN YENİ KURTARICISI: YENİ NESİL TEKNOLOJİLER
Artık sistem yeni nesil teknolojileri hayatımızın her yerinde yani küresel çalışıyor. Bu teknolojilerle tercihlerimizi izliyor, kaydediyor; buna göre yeni yol ve yüzlerle karşımıza çıkıyor. Peki bunu niçin yapıyor? Çünkü, yaşayabilmesi için arzuyu, talebi yaratmak ve tükettirmek zorunda. Sayar’ın dediği gibi; “Kapitalist sistem, arzuyu üretmeye ve pazarlamaya yönelik bir sistem. İnsanlar malıyla ve gösterişle saygınlık kazanma peşinde.”
Toplum bu yüzden tüketim toplumudur. Aile yerine tüketici birey, kadın ve çocuk ön plana çıkmıştır. Herşeyinizi sanki o planlıyor, sizin adınıza neyi satın almanız, tüketmeniz gerektiğini o söylüyor. Bu yönde bütün araçlarıyla ve yollarıyla bizi iknaya çalışıyor. Cep telefonunuza gelen aramalar, mesajlar, e-mailinize gelen reklamlar, internet sitelerini tıkladığınızda, televizyonda, otobüslerde, trenlerde, uçakta hatta tuvalette karşınıza çıkan reklamlar “sana her yol açık, bir tıkla istediğini alabilirsin” diyor yani bunlar yeni “ değerler, kimlikler” olarak sunuluyor. Ancak bunlara ulaşmak için daha çok çalışmalısın, yani bu şu demek; ona daha çok bağlanıyorsun.
Teknolojilerin gittikçe gelişmesi, insanlığın hizmetine sunulması ve olumlu kullanılması elbette savunulacak bir konu. Ancak gözden kaçırmamamız gereken şu; günümüzde sistemin en önemli araçları haline gelen bu teknolojinin neye hizmet ettiğine, hangi amaçlar için kullanıldığına, erişebilirliğine, maliyetine de bakmamız gerekiyor.
Ne yazık ki gerçekler, gelişmişlerin kaynaklara erişim, zenginlik, güç alanlarındaki hükümranlığının hala sürmekte olduğunu gösteriyor. Hatta bu teknolojileri üretme, kullanma ve yararlanma konusundaki eşitsizliğin farklı boyutlarıyla sürmekte olduğunu gösteriyor.
Bizler bunlara yüksek maliyetler ödeyen tüketicileriz ve onları üretmeyen bir toplum olarak öncelikle onları bir statü simgesi olarak görüyoruz. Araştırmalar gösteriyor ki, bilgilenmekten çok sohbet ediyor, eğleniyor ve sanal alemde dolaşıma çıkıyoruz.
Bunu fark edebilecek bir bilince ulaşmadığımız sürece, bizlerin bu yolla kullanıldığımızı, sömürüldüğümüzü fark edebilmemiz ve failleri bilebilmemiz neredeyse imkansız görünüyor. Çünkü, bu teknolojiler, egemenliklerini sürdürmede yeni ve müthiş olanaklar sunuyor.
HAYATIMIZIN EYLEM HARİTASI
Onların servis ettiği enformasyonla aslında gerçeklerden (bi)haberdar oluyoruz, bir tıkla kredi alıyor yani daha çok borçlanıyoruz, daha çok çalışmak zorunda kalıyoruz. Sizde uyandırdığı yapay arzuyla sizi tükettiriyor. Size sanal alemde üzerinde oynayabileceğiniz yeni bir kimlik, benlik giydirebiliyor.
Öyle ki önümüze gelen bu (sanal) dünya, işyerinde, evde, okulda, otobüste, serviste her istediğimizi veriyor hissi yaratıyor. Bundan dolayı, sohbet için komşunuzun kapısını çalmanıza, eşinizle, arkadaşınızla sinemaya gitmenize, ödeme yapmak için bankaya, hatta alışveriş için markete, gazete almak için büfeye, bir yerleri görmek için yolculuk yapmaya, oyun oynamak için arkadaş bulmaya ihtiyacınız yok.
Çünkü, medya, bize istediklerimizi veren bir sanal dünyaya çağırıyor. Peki medya bunu neden yapıyor? Özellikle yeterli olanaklara, güce sahip olamayanlar için yapamadıklarımız karşısında medya, bizler için adeta bir avunma, rahatlama mekanı oluyor. Zenginliği, gösterişi, yakışıklı modern prensleri, çekici kadınları, güzel evleri, arabaları maliyet ödemeksizin önümüze getiriyor. Bir başka deyişle; bunları elde etmek için gündelik hayatınızda yapmamız gereken davranış, değer, model ve kişilikleri sunuyor. Ne yaparsanız yükseleceğinizi, itibar göreceğinizi, aferin alabileceğinizi, işinizi, eşinizi kazanabileceğinizi gösteriyor.
SON SIĞINAĞIMIZ AİLE
Böylesi bir dünyada, aile evde buluşuyor ama birlikte mi? Aile, hala sorunlarımızın çözüm bulabildiği, hissiyatımızın karşılık bulabildiği önemli bir yer olmaya hala devam ediyor mu?
Sorularını ve benzerlerini sorma zamanı çoktan geldi, geçiyor. Bu soruların yanıtları, nasıl bir gündelik hayatı yaşadığımızla hatta yaşamak zorunda bırakıldığımızla çok yakından ilgili.
Şimdilerde televizyonu, cep telefonu, masa/dizüstü bilgisayarımızla bağlanılan interneti ve sosyal paylaşım siteleri ile adeta yeniden biçimleniyoruz. Neredeyse her an ve her yerde ailenin her bir üyesini yakalayabilen bu teknolojiler, adeta zihinlerimizin yeni efendileri haline gelmiştir.
Artık odalarımızda diğer aile bireylerine ihtiyaç duymadan kendi keyiflerimize hitap eden yeni teknolojilerimizle sanal alemlere dalıyoruz. Belki de hiç görmeyeceğimiz ya da günlük hayatta yan yana gelemeyeceğimiz kişilerle sohbet edebiliyoruz. Bunun için yüzyüze gelmeye, ilişkiyi sürdürmek için çaba sarfetmemize gerek yok.
O zaman teknoloji benim, ailemin, çocuğumun neyi oluyor? Yani, bilgisayarı, interneti, sosyal paylaşım ağları, bilgisayar oyunu, görüntülü dokunmatik cep telefonu, geniş ekran son teknoloji ürünü televizyonu…
Çocuğumuz kendi odasında bunlarla bir arada ise, komşudaki, apartmandaki çocuklara ihtiyacı kalmıyor, hatta kardeşiyle, anne babasıyla birlikte daha fazla zaman geçirmeye, bir şeyler yapmaya isteği azalıyor. Çünkü, önündeki bilgisayardan dünyadan “haberler” almakta, hatta yüz yüze görüşmediği, birlikte olup paylaşmadığı birçok arkadaşıyla “iletişim” kurabilmektedir.
Bizlerin yaşadığı bu hayat ve teknolojilerin gördüğü bu işlevler, gerçek anlamda bilgilenmemize, farkında olabilmemize dair yeterli bir bilinç oluşturmuyor. En başta yaşadığı hayatın mantığı, eşiyle, dostuyla, akrabasıyla ve de benzerleriyle biraya gelmeye, fikir ve deneyim paylaşmaya hatta sorunların çözümünde dayanışmaya pek izin vermiyor.
Çünkü, bu hayat, benzerleriyle yarışıp öne geçen, kendi başının çaresine bakanların işi, eşi, aferini aldığını gösteriyor. Bu gündelik hayatın içinde kaldığımızda, televizyon ve internet başındaki dünyalarla biraradalığımız, aslında kendi bölünmüşlüğümüzü, yalnızlığımızı daha da derinleştiriyor.
Aslında, sosyal paylaşımda girdiğimiz sanal ilişkiler, kurduğumuz sanal cemaatler, online oyunlar, gerçek hayatın bizlere vermediği, bizim de elde edemediğimiz bir çok şeyi (sanal da olsa) önümüze getirmesinden dolayı isteniyor çünkü bu dünya geçici ve yanıltıcı bir rahatlama sağlıyor.
Sonuçta; benzerlerimizi bulma ve yalnız olmadığımızı hissetme adına, sanal dünyanın açmış olduğu yollar (sosyal paylaşım siteleri/sanal cemaatler vb.) bizlere ilgi çekici ve farklı geliyor; alternatif bir iletişim kanalı olarak görülüyor. Artık özellikle gençler için dünyadan haberler, eğlenceler, muhabbetler oradadır. Anne-babasından çok hayatı, değerleri, ilişkileri oradan görmekte, kendince “bilgilenmektedir”.
Bundan dolayı, aile, bugün, orta ve alt-orta sınıf için, eski işlevlerine(1) yetecek gücünü, ortak mekan olma özelliğini bile yitirmeye başladığını görüyoruz. Hatta Oskay’a göre, aile evde birlikte olduğunda bile iletişim, değer-tutum öğretimi gibi süreçler, medya üzerinden işlemektedir.(Ünsal Oskay, Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri, A.Ü SBF Yayınları, 1982). [(1)yaşamdaki değer, tutum ve davranışların eğitim-öğretimi ve taşıyıcısı, dayanışma-yardımlaşma ünitesi, maddi/ manevi doyumun karşılanması vb.]
Diğer yandan, aile kurumunun gücünde ve işlevlerinde görülen bu kayma, onun, bireylerin beklentilerini karşılama ve tatmin edebilme yeteneğinin de yitirilmesine yol açıyor. Onun içindir ki, işimizi, eşimizi, dostumuzu kaybetmemek hatta yükselebilmek, aferinler almak adına gücümüzü, vaktimizi ve özetle her şeyimizi, öne geçme, daha çok kazanma mantığına seferber ediyoruz.
Bu nedenle, günümüzün yalnızlaşan insanı için, aile ve ev ortamı, yaşanılan sistemin ona vermediği karşısında bir ölçüde de olsa kendisinin rahatlayabileceği, hissiyatının karşılık bulabileceği tek mekan olarak görünmeye başlamıştır.
Onun içindir ki Sayar’ın şu saptaması, bu kurumun yerine neredeyse insanlık tarihi boyunca neden başka bir şeyin konulamadığının da ipucunu vermektedir; “Aile, ‘ kalpsiz bir dünyada son sığınak’ tır” (Kemal Sayar, Ruh Hali, Timaş Yayınları, 2011)
Tel : 0 312 229 54 06 - 229 55 06 | Haber Yazılımı: CM Bilişim