Adil BÜYÜKÇOLAK / Yazar

    12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
    Adil BÜYÜKÇOLAK / Yazar

    BENZERSİZ SAVAŞ

    15 Ocak 2017 Pazar 20:41

     

     

    Hicretin 2. yılında kıble Beytü’l-Makdis’ten Kâbe’ye çevrildi. “Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Seni hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir” (52/144). Hz. İbrahim’in Allah’ın ismi anılsın diye oğlu İsmail ile birlikte inşa ettiği Kâbe mü’minlerin kıblesi oldu. Müşriklerin elinde bulunan bu belde ve Kâbe’yi kurtarmak gerekiyordu. Mekke müşrikleriyle müslümanlar savaş halindeydiler. Rasûlullah hedef düşmanı belirleyerek bütün stratejisini buna göre yapmaktaydı. Kureyş’in kervanlarını kontrol etmek, gerekirse ellerinden almak için seriyyeler ve gazveler düzenlemekteydi. Abdullah b. Cahş seriyyesinde sıcak çatışma vukua gelmiş, her an büyük çatışmaların olma ihtimali belirmişti.

    Kureyş’in büyük kervanının Şam’a gidişinin üzerinden üç ay geçmişti. Rasûlullah giderken ele geçiremediği kervanı dönüşünde ele geçirmek istiyordu. Çünkü Kureyş’in sermaye sahiplerinin ve İslam düşmanlarının çoğu bu kervana yatırım yapmışlardı. Bu kervan Mekke’de bıraktıkları malların karşılığı olarak da elde edilmesi gereken bir kervandı. Rasûlullah hareket için emir verdiğinde müslümanların savaş için hazırlıkları çok yetersizdi. Çoğu grup yayan, bazıları silahsız, birkaç atlı ve 70 binek deveyle yola çıkıldı. İslam ordusu 314 kişiydi.

    Kervanın reisi Ebu Sufyan durumu öğrenip Mekke’ye kendi mallarına sahip çıkmaları için hazırlanmalarını haber veren bir haberci gönderdi. Kureyş süratle savaş hazırlığı yaptı. Kureyş’in ileri gelenlerinin de katıldığı bin kişilik orduyla yola çıktılar.

    Ebu Sufyan durumdan haberdar olduğu için tahmin edilen yoldan değil, sahile yakın yoldan giderek kervanı kurtarmıştı. Kureyş’in müslümanlar üzerine yürüyüş haberi de Hz. Peygamber’e gelmişti. Bunun üzerine Rasûlullah sahabe ile istişare etti. Kendisi savaşta kararlıydı. Müslümanlar da O’nun kararına olumlu bakıyorlardı. Muhacirlerden Mikdad bin Amr: “Ya Rasûlallah! Allah sana, ne emrettiyse, yerine getir. Biz seninle beraberiz. Musa’nın kavminin ‘sen ve Rabbin gidin, savaşın’ dedikleri gibi demeyeceğiz. Biz senin sağında, solunda, önünde, arkanda çarpışacağız”. Ensardan Sa’d bin Muaz: ‘Biz sana iman ve seni tasdik ettik. Bize getirdiğin şeyin de hak ve gerçek olduğuna şahadet ettik. Biz, bu hususta dinlemek ve itaat etmek üzere, sana kesin söz verdik. Nasıl istersen öyle yap, biz seninle beraberiz. Seni Hak Din ve Kitap ile gönderene and olsun ki, sen bize şu denizi gösterip dalarsan, mutlaka biz de seninle birlikte dalarız..”

    Rasûlullah savaşmaya kararlı olduğundan Mikdat ve Sa’d’ın sözlerinden memnun kaldı. Hemen kalkıp hareket emri verdi ve çehresi sevinçten pembeleşti.

    Rasûlullah gözcüler kanalıyla Kureyş’in sayısını ve ileri gelenlerinin orduya iştirak ettiğini öğrendi. Ebu Sufyan da kervanı kurtarmayı başarmış, Kureyş’in geri dönmesi için haberci göndermişti. Ancak Ebu Cehil: “Vallahi Bedir’e varıp, orada üç gün kalarak, develer boğazlayıp, yemekler yiyip, şarap içip, cariyelere şarkı söyletip eğlenmedikçe geri dönmeyeceğiz. Başımıza birikecek olan Araplar bizi dinler ve seyrederler. Bundan sonra artık, hep bizden çekinirler.” diyerek Bedir’e yürümekte ısrar etti. Müşrikler vadinin en uzak bir kıyısına karargâh kurdular. Rasûlullah da Bedir suyunun en yakın bir yerinde konakladı. Habbab bin Münzir, Peygamberimize: “Ey Allah’ın elçisi! Bu karargâh yaptığın yer sana Allah’ın inmeni emrettiği; bizim için, ileri gidilmesi veya geri çekilmesi caiz olmayan bir yer midir? Yoksa şahsî bir görüş neticesi, harp tedbiri icabı olarak mı seçtin.” diye sordu. Rasûlullah da bunun şahsi görüşü olduğunu söyledi. Bu sefer Habbab: “Ya Rasûlallah, o halde burası karargâh olarak uygun bir yer değildir. Halkı buradan hemen kaldır. Kureyş’in konacağı yerin yakınındaki subaşına konalım. Onun gerisindeki bütün kuyuları kapatalım.” dedi. Rasûlullah da onun tavsiye ettiklerini yaptırdı.

    Müşrikler meydana çıkıp, iki taraf birbirini görünce Rasûlullah şöyle dua etti. “Allah’ım işte Kureyşliler; kibirleriyle, gururlarıyla, böbürlenmeleriyle geliyorlar. Sana meydan okuyarak ve Rasûlü’nü yalanlayarak geliyorlar. Allah’ım İslam ehlinden olan bu topluluk yok olursa, yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmaz.”

    Müslümanların müşriklerle karşılaşmadan önceki haleti ruhiyelerini ele veren ve sonucu açıklayan şu ayetler bize ışık tutmaktadır.

    “(Onlar) şurada bozguna uğrayacak derme çatma bir ordudur.” (38/11)

    “Nitekim hak uğruna Rabbin seni evinden çıkardığında, inananlardan bir grup (bundan) hoşlanmamıştı. Gerçek anlaşıldıktan sonra bile, sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi seninle tartışıyorlardı. Allah bu iki topluluktan birini size söz veriyordu. Siz güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleri ile gerçeği ortaya koymak, inkârcıların sonunu kesmek, suçluların hoşuna gitmese de gerçeği ortaya çıkarmak ve batılı tepelemek istiyordu.” (8/5-8).

    “Andolsun ki, siz zayıf bir durumda iken Bedir’de Allah size yardım etmişti. Allah’tan sakının ki şükredesiniz. O zaman sen iman edenlere: “Rabbiniz size gönderilmiş üç bin melekle yardım etmesi size yetmeyecek mi?” diyordun. Evet, eğer sabreder ve sakınırsanız.” (3/123-125).

    Ramazan ayının 18’inin sabahında savaş başladı. Sa’d bin Mu’az’ın teklifiyle Rasûlullah’a bir gölgelik yapıldı. Rasûlullah “emir vermeden saldırıya geçilmemesini söyledi.” Safların düzenlenmesiyle bizzat ilgilendi. Bu sırada Sevad b. Gaziyye’nin safın dışındaki karnına elindeki mızrakla onu uyarmak için hafifçe vurdu, düzgün durmasını söyledi. Fakat Sevâd: “Ey Allah’ın Rasûlü karnım acıdı” diye söyledi. Ve devamla, “Allah seni, hak ve adaletin inşası için göndermiştir.” dedi. Rasûlullah da: “beni kısas et” diyerek gömleğini açtı, Sevad’dan kısas için mızrakla vurmasını istedi. En çetin savaş esnasında Rasûlullah kısas için bekliyordu. Sevad ise heyecanlanarak Rasûlullah’a doğru gelip, O’nu kucakladı ve göğsünü öptü.

    Düşman yaklaşıp iki taraf karşı karşıya gelince, Rasûlullah ayağa kalktı, onlara vaaz etti; sabır ve sebat etmekle zafere ulaşacaklarını, yaklaşan zaferi ve Allah’ın ileride vereceği sevabı hatırlattı. Onun yolunda şehit düşen kişiye Allah’ın cenneti vacip kıldığını haber verdi. Umeyr b. Humam torbasından çıkarttığı hurmaları yiyordu ki “Şu hurmaları yiyinceye kadar yaşarsam bu uzun bir yaşamdır.” diyerek hurmaları attı. Sonra öldürülünceye kadar savaştı. Burada şehit olan ilk kişi oldu.

    Başlangıçta savaş karşıtı gözüken Utbe bin Rebi’a kardeşi Şeybe ve oğlu Velid ile savaş için muarız savaşçı istedi. Müslümanlardan birkaç genç savaş alanına koştu. Bunların ensardan olduğunu öğrenen Utbe “Ey Muhammed bizimle eşit makama sahip akrabalarımızdan olan kişiler gönder!” dedi. Rasûlullah da Ubeyde, Ali ve Hamza’yı gönderdi.

    Hz. Ali ve Hz. Hamza rakiplerinin işini hemencecik bitirmiş, Hz. Ubeyde ise yaralanmıştı. Rasûlullah’ın ya cennet ya zafer vaat eden, mü’minlerin her hâlükarda üstün geleceğine dair sözleri tesirini savaşın sonuna kadar sürdürdü.

    “Ey Peygamber mü’minleri savaş için coştur, sizin sabırlı yirmi kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener. Sizin yüz kişiniz inkâr edenlerden bin kişiyi yener, çünkü onlar anlayışsız, doğru ve derin düşünmeyen bir gruptur.” (Enfal/65)

    İki ordu birbirine girdi. Mü’minler Allah’ın yardımını gözle görülür derecede hissediyorlardı.

    “Rabbin meleklere; ‘Ben sizinleyim, inananlara sağlamlık ve güç katın’ diye vahyetti. ‘Ben inkâr edenlerin kalplerine korku salacağım, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın’ dedi.” (Enfal 12)

    Bu ayette zaferin kesinliği anlaşılmış, mücahitler Kureyşli savaşçıların içine dalıvermişlerdir. Mekke’nin ciğerpareleri olan Kureyş eşraf ve ileri gelenleri bir bir toprağa düşüyordu. Bu zevatın Rasûlullah Mekke’de iken helaklerini istemelerine Kur’an, asıl onların helâkinin yakın olduğunu bildirmişti. Bedir’le Allah, Mekke’nin ileri gelen müşriklerinin helâkini gerçekleştirmişti.

    Bilal, Mekke’de, kendisini kızgın kumlara yatıran Ümeyye bin Halef’i, Muaz bin Amr bin Cemuh, Ebu Cehil’i cehenneme gönderdi.

    Hz. Ebûbekir Kureyş ordusunda yer alan oğlu Abdurrahman ile karşılaştı. Mekke’de zengin olan Ebu Bekir’in servetine o sahiplenmişti. Ebûbekir “servetim nerede ey Ahbes?” sözlerine oğlu Abdurrahman cevap verdi: “At, silah ve ihtiyar sapıkları öldüren kılıçtan başka bir şey kalmadı.”

    Bir tarafta Allah ve Rasûlü için savaşan, diğer tarafta ise kurtarılmış ve Mekke’ye varmış bir kervanın koruyuculuğunu yapmak, putperest yaşantının sürdürülmesini sağlamak için savaşanlar vardı. Sabır, sebat ve Allah’ın yardımıyla zafer kazanılmış, müşrikler 70 ölü 70 esir vermişti. Mü’minlerden 14 kişi şahadet şerbetini içmiş, cennete kanatlanmıştı.

    Rasûlullah Kureyşlilerin cesetlerinin bir kuyuya atılması için emir verdi. Utbe’nin cesedini kuyuya attıklarında oğlu Huzeyfe dalgın bir şekilde babasının cesedine bakıyordu. Yüzünün rengi değişmişti. Rasûlullah onun halini görünce; “Baba’nın sonunu gördüğünden dolayı içinde neler oluyor?” diye sordu. “Hiç ya Rasûlallah, bir tereddüdüm yoktur. Fakat ben onun bilgili, sabırlı akıllı olduğunu biliyordum. Bu özelliklerinden dolayı İslam’ı seçeceğini ümit etmiştim. Şimdiyse onun sonunun böyle bittiğini görüyor, ona olan ümidimi hatırlıyorum, kâfir olduğu için üzgünüm.” dedi.

    Muhammed aleyhisselam kuyunun kenarında durup tek tek müşrik elebaşlarının isimlerini sayarak “siz her peygamberin akrabalarından daha kötüydünüz. Siz beni inkâr ettiniz, halk ise beni tasdik etti. Sizler beni dışarı attınız, Allah beni barındırdı. Sizler bana karşı savaş açtınız, halk beni destekledi. Acaba Rabbinizin size vaat ettiklerini gerçek olarak buldunuz mu? Şüphesiz ben, Rabbimin bana vaat ettiğini gerçek olarak buldum.” demiştir.

    Bedir savaşında anlatılacak, ibret ve öğüt alınacak birçok husus vardır. Biz bunlardan bir kaçını hatırlatmakla yetiniyor, çıkarılacak derslerin çokluğu sebebiyle bir kısmını okuyucunun idrakine sunuyorum.

    1) Müslümanlar ilk harp tecrübelerini, tahmin ettikleri gibi Kureyş kervanını elde etmek üzere hareketleri neticesinde, yaşamışlardır. Allah, mü’minlere hayırlı olanı öğretmiştir. Müslümanın hayatında hedef edinmesi gereken gaye ile en çok uygun düşen daha şerefli bir hareketi onlara nasip etmiştir.

    2) Müslümanlar haklı oldukları davada sabır ve sebat gösterdikleri sürece başarıya ulaşabilirler, Allah da onlara melekleriyle yardım eder. Allah’ın yardımı hak edenlere ulaşır.

    3) Basit başarılar yerine kalıcı, uzun vadeli ve üstün gayeler müslümanın hedefi olmalıdır.

    4) En dar zamanlarda dahi istişare müslümanın şiarı olmalıdır.

    5) İslam’ı kabul edenler her hal ve şartta Allah’ın dininin koruyucusu savunucusu ve yayıcısı durumundadırlar.

    6) Cihatta psikolojik şartların ehemmiyeti ortadadır. Mü’minin moralini bu gibi durumlarda en yükseğe çıkarmak için motivasyon sağlayıcı şeyler yapılmalı ve söylenmelidir.

    7) Savaşta tevekkül ve dua elden bırakılmamalıdır.

    Bedir, tarihte bir benzerine daha rastlanılmayacak bir savaştır. Müslümanlar açısından düşünüldüğünde vaziyetin ehemmiyeti ve hassasiyeti daha bir başkadır. İnançları uğruna babalarına, kardeşlerine, amcalarına, dayılarına, vb. akrabalarına karşı kılıç sallamak hangi babayiğidin harcıdır? Hak bir dava olan İslam uğruna bu fedakârlığı kim gösterebilir? İslam’ın kısa sürede dünyaya yayılmasının hikmeti burada yatmaktadır. İnandım demek bir şaka bir oyun değildir. Bazılarının müslüman oldukları halde hicret etmedikleri ve dünya menfaatleri sebebiyle katıldıkları müşrik ordusunda öldürülmeleri, müslümana yapması gereken tercihler hususunda dersler vermektedir.

    Bedir, azlığa rağmen inanç sebebiyle sabır ve sebatın çokluğa zaferidir. Akrabalığa rağmen, imanın safında yer alanların, imanı akrabalığa tercih edenlerin zaferidir.

     

    Bu yazı toplam 2068 defa okunmuştur.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
    Tüm Hakları Saklıdır © 2016 BADER Ankara | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0 312 229 54 06 - 229 55 06 | Haber Yazılımı: CM Bilişim