Adil BÜYÜKÇOLAK / Yazar

    12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
    Adil BÜYÜKÇOLAK / Yazar

    ÇOCUKLARIN DUASI UMRE

    23 Mart 2016 Çarşamba 22:00

    Değerli dostlar,

    Ben 1964’te Ankara’nın Çubuk ilçesinin Deliören (Mutlu) Köyünde doğmuşum. 1988 yılında A.Ü. İlahiyat Fakültesinden mezun oldum. 27 yıllık öğretmenlik hayatıma Ankara Eryaman Hasan Ali Yücel Ortaokulunda devam etmekteyim. Evli ve 4 çocuk babasıyım. Bazı yazılarımı ve düşüncelerimi sizinle paylaşmama imkân veren Allah’a hamd ve dostlara teşekkür ederim. Siz değerli okuyuculardan da ilgi, eleştiri ve tavsiyelerinizi beklerim. Email : adilbuyukcolak@gmail.com

     

     

    ÇOCUKLARIN DUASI UMRE                       

                 Hiç beklemediğim, ummadığım, planlamadığım ve en azından bu sıralar aklımın ucundan dahi geçirme imkânım olmayan fakat her müslümanın gitmek için can attığı kutsal topraklara umre ziyareti gerçekleştirme imkânı sağlayan dostlara teşekkür ve Allah’a binlerce hamdü senalar olsun.

                Sevgili Abimiz ve editörümüz Osman Bey: “Siyerden dersler köşesinin yazarı olarak mutlaka kutsal beldeleri görmen gerekir” deyip duruyordu, ama bizde bunu gerçekleştirecek maddi imkânlar yoktu. Bundan bir kaç ay önceydi. Osman Abi gel seni bu hafta sonu bir geziye götüreyim, biraz dinlenirsin, senin için değişiklik olur” dediğinde az tereddütten sonra bu teklifi kabul ettim. Gittiğimiz yerde Osman Abi’nin dostlarının ikramları gayet cömertçeydi. Fakat biraz sonra anlatacağım olay insanı hayrette bırakan inanılması güç bir şeydi.

                 Bir lokantada öğle yemeği yiyoruz. Söz hacdan ve umreden açıldı. Sofra sahibimiz Adnan Bey bu yaz umreye gideceğinden bahsetti. Osman Abi hemen araya girerek: “İmkân sahiplerinin bu gibi ziyaretlere imkânı olmayan bir kişiyi de yanında götürmesinin iyiliğini ve Adnan beyin beni de bu ziyarete katmasının çok faydalı olacağını” söylemesi bende şaşkınlık yarattı. Fakat Adnan Bey bu teklifi hiç tereddütsüz kabul ettiği gibi, kendisi ailesiyle gittiği için benim de ailemle gelmemi istedi. Şok üstüne şok olan bu teklife ne diyeceğimi şaşırmış, sıcak yaz aylarında, bizim çocukların bu yolculuğu yapıp yapamayacağını sorgularken, yine cesaret verici sözlerin, dört, altı ve sekiz yaşlarındaki çocuklarıyla bu yolculuğa kendini hazırlamış Adnan bey kardeşimden gelmesi beni sakinleştirdi. Bir iki dakikada hayatımın en önemli seyahatini gerçekleştirme kararı, beni müthiş heyecanlandırdı. Fakat eşimin ve çocuklarımın bu kararı nasıl karşılayacaklarını, özellikle yaz sıcağında Arabistan yolculuğuna nasıl bakacaklarını bilemiyordum.

                   Eve döndüğümde gece saat 1’i geçiyordu. Eve girer girmez haberi eşime söyledim. Eşimin yüzü sarardı ve gözleri yaşardı. Ben şaşkın şaşkın yüzüne bakarken anlatmaya başladı: “Çocukların, odalarında bulunan Mescid-i Nebevi ve Kâbe’nin resimlerine bakarak buralara gitmek için dua ettiklerini gördüm, özellikle Sadettin’in “Allah’ım Kâbe’ye gidelim, ama annem-babam ve kardeşlerimle birlikte, hep beraber gidelim” diye dua ettiğini duydum” dedi. Ben ise onların bu yolculuğu tereddütle karşılayabileceklerini düşündüğüm için kendimden utandım. Çocukların kutsal toprakların âşığı olduğunu öğrenmek ise mutluluğuma mutluluk kattı. Artık yolculuğumuzun başlamasını iple çeker olduk.

                 Günlerden 1 Ağustos, yıl 2001. Umre için son hazırlıklarımızı yaptık. Akşam saat 8.00’de kalkacak Ankara-Cidde uçağına binmeden önce Havaalanına yakın olan köyümüze uğrayarak anne-babamızın elini öptük, hayır dualarını aldık. O gün sabahtan itibaren eş, dost, akraba ve arkadaşlar hayırlı yolculuk dilemek için kimi telefon etti, kimi havaalanına kadar uğurlamaya geldi. Uçağın kalkış saati geldiğinde gümrükten geçişimiz, Delidumrul’un köprüsünü geçişten daha beterdi. Fakat hiçbir şey Kutsal beldeye yolculuğumuzun tatlı heyecanını kaybettiremedi. Uçağın direk Cidde’ye gideceğini beklerken Adana’ya indik. Burada uçak değiştirmek zorunda kaldığımızdan bir saati geçkin rötar yaptık. Cidde’ye saat 00.30 sularında varabildik. Kaplumbağa hızında işlem yapan Cidde gümrüğünü saat 2.00’de geçip bizi Medine’ye götürecek servis aracına bindik. Cidde Havaalanında sauna sıcaklığını, servis aracında Sibirya serinliğini hissettik. Yolda bir benzin istasyonunda Yatsı namazını kıldık. Benzin istasyonlarındaki mescitlerin, bizim bazı camilerimize denk büyüklükte olduğunu söyleyebilirim. Cidde-Medine otobanında trafik yoğunluğu az ve yolculuk rahat olmasına rağmen yolculuk boyunca heyecandan hiç uyuyamadım. Cidde-Medine arasında otobanda klimalı arabayla yolculuk yapmak beni ezmeye başladı. Çünkü hep yol boyu Rasûlullah’ın aşağı yukarı aynı yolu hicreti esnasında ve başka seferlerde birçok kez yaz sıcağında deve üstünde geçtiğini düşündüm.

                    Sabah namazında durduğumuz benzin istasyonuna indiğimizde yağmur yağmış, ortalığı alabildiğince serinletmişti. Medine’deki otelin önüne geldiğimizde saat 8.00’i geçmişti. Otele yerleştikten sonra Mescid-i Nebevi’yi ziyaret etmek ve öğle namazını kılmak için otelden ayrıldık.

                    Mescidi Nebevi’yi Cadde arasından görmemle birlikte heyecanım doruğa ulaştı. Mescid’in Selam kapısını bulup selam kapısından girdiğimde nasıl bir dünyada yaşadığımı unutup, bambaşka bir dünya ile karşı karşıya olduğumu anladım. Rasûlullah’ı içime akıttığım gözyaşlarımla selamladım. O’na selam gönderenlerin selamını topluca ilettim. Demir parmaklıkların ardından belli belirsiz görünen kabir ve örtüsünden çok, orada yatan insanlarda bulunduğunu hissettiğim ruh güzelliğinden ortaya çıkanın beni etkilediğini ifade etmeliyim.

                  Orada öyle bir ruh var ki hayata ve ibadete dair hiçbir yerde hissetmediğiniz şeyleri size hissettiriyor. Yapılan dualar, okunan ezanlar, kılınan namazlar ve insanların halleri yaratılışı anlamlandırmanıza yardımcı olacak ruhu size veriyor. Bizim bundan önce yaptığımız dualar ve ibadetler eğer kabul görecek, Allah rahmeti ile bize muamele edecekse buradaki anlatılmaz ruh iledir diye düşünüyorsunuz. Allah’ın kâinatı, dünyayı ve insanı yaratmasındaki hikmetin bu ruhta olduğunu hissediyorsunuz. Allah’ın bunları boşuna yaratmadığının ayetleri işte burada diyorsunuz. “Ben insanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zariyat 56) ayetinin tefsirini burada görüyorsunuz. Burada ibadet ciddi, dua içten, sevgi sonsuz ve bağlılık candan. Yaradan bu manzara için yaratmıştır her şeyi demekten kendinizi alamıyorsunuz.

                   Sabah namazından sonra cuma namazı heyecanı çoluk çocuk hepimizi sardı. Mescidi Nebevi’de çocuklarla birlikte bazı dua ve sureleri okuyoruz. Dergide Tebük Seferini yazdığım şu günlerde sanki Rasûlullah’ı Seniyyetu’l Veda’da ordunun ihtiyaçları ve kontrolü için dolaşıyor şeklinde hayal ediyorum. Yine içim burkuluyor. O, sıcakta telaş içinde koşuştururken biz Mescidi Nebevi’nin serinlik veren revaklarının dibinde serin serin oturuyoruz.

                    Hutbe başladığında ise hemen oracıkta yatan Rasûlullah’ın görevini başarıyla tamamlamış bir elçi olarak huzur içinde yatmaya hakkı olduğunu düşünüyorum. Fakat imamın, İslam ve medeniyetinden söz ettikten sonra müslümanların bugün içinde bulunduğu açmazlarından, sıkıntılarından bahisle, iman, küfür çekişmesini gündeme getirmesine Rasûlullah’ın müdahale ederek nelerin yapılması gerektiği konusunda çözüm yolu göstermesini istiyorum. Ancak O’nun çözümü geride bıraktığı sağlam iki kulpa yani Kur’an ve Sünnet’e yapışarak mü’minlerin çözmesi gerektiğini Veda hutbesinde bize bildirdiğini hatırlıyorum.

                  Bu arada Mescid-i Nebevi’nin sade olduğu kadar muhteşem binasının daha güzel olup olmayacağını düşündüm, fakat bundan daha güzelini tahayyül edemedim. Mimarisi, ısı ve ışık durumu, süslemesi ve her şeyi ile muhteşem olduğunu söyleyebilirim. Gece ise bir başka güzel Mescidi Nebevi.

                  Medine’de ziyaret edilen yerlerin bazıları: Mescidi Nebevi’nin hemen yanındaki Cennetü’l Baki mezarlığı, Hz. Ali, Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer’in yönetim merkezi olan yerlere yapılmış mescidiler ile II. Abdulhamidin yaptırdığı tren istasyonu ve Hz. Osman ve Hz. Bilal mescitleri, Uhud Dağı, Kıbleteyn Camii, Hendek savaşının geçtiği Yedi mescitler ve Kuba Mescidi.

                  Uhud savaşının meydana geldiği alanda iken, bildiğiniz kadarıyla savaşın seyrini ve sonucunu düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. Açık bir alanda kendilerinden üç kat fazla bir düşmanla baş başa çarpışma cesaret ve yiğitliğinin sergilenmesi, davaya sadakat ve özverinin son noktası olsa gerekir. Söz dinlememenin ve ganimete koşmanın ağır bedeli yenilgiyi tatmak. Yenilgiden sonra yılmamak, bunu kahır yapmayarak imanda sebat etmenin ruhunu yakalamak, bunların hepsini Uhud size anlatıyor. Uhud’un Mescidi Nebevi’ye uzaklığı 4-5 km kadar. Okçular tepeciği Rumat’ın üzerinden, Mescid-i Nebevi’nin minareleri görünüyor.

                Rasûlullah’ın Kudüs’e doğru namaz kılarken, Bakara sûresinin 150. ayetinin inişi ile yönünü Kudüs’ten Kâbe’ye doğru çevirdiği Kıbleteyn mescidi de ziyaret mekanlarından.

                Hendek savaşının geçtiği yerdeki Yedi mescitler, Hendek savaşının gözetleme kuleleriymiş. Hendek savaşının yapıldığı bu yer Uhud’dan daha yakın Mescidi Nebevi’ye. Hendek savaşında namazlarını dahi kılamayan sahabenin nasıl bir felaketle karşı karşıya bulunduklarını anlamak için burasını görmek gerekiyor.

                 Rasûlullah’ın Hicreti esnasında Kuba’da yaptırdığı İslam’ın ilk Mescidi Kuba, hurma bahçelerinin kenarında bir mescit, Mescidi Nebevi’ye 3 km kadar uzaklıkta. Kur’an’da Mescidi Kuba’ya karşı Münafıklar tarafından yapılan Mescid-i Dırar (zararlı) mescit diye anılırken, Mescidi Kuba ilk ve muttakilerin mescidi olarak anılıyor (Tevbe 107-108).

                  Burada herkes için dua ediyorum. Buraları mutlaka görmeleri niyazında bulunuyorum. Buralar Allah ile bağın en çok kuvvetlendiği yerler. Dünyanın ilahi âlemle bağ noktası.

                 Dünyanın her yerinden insanların bir araya geldiği, aynı safta toplandığı bir başka yer yok. Burada insanların alınlarında secde izlerini görebiliyorsunuz. Medine’den ayrılma zamanı yaklaştıkça hem üzülüyor hem seviniyorsunuz. Çünkü bir sevgiliden ayrılırken bir başka sevgiliye kavuşacaksınız, Beytullah’a.

                Buralarda çoluk çocuğunla bulunmak anlatılmaz hisler veriyor insana. Namaz için neredeyse tüm vakitler benimle birlikte Mescidi Nebevi’ye yüksünmeden geliyorlar. Sıcağa rağmen sevinç duyarak geliyorlar. Çok güzel sorular soruyorlar. Rasûlullah’ın, Mescitlerin, Kâbe’nin hikâyelerini büyük merak ve ilgiyle dinliyorlar.

                Yine burada başka dost bir aile ile bulunmanın verdiği neşeyi hiçbir yerde bulmanız mümkün değil, ömür boyu minnettar kalacağım kardeşim Adnan, eşi Emine hanım ve çocukları Muhammed Furkan, Hicret Belkıs, Yusuf İslam’ın bizimle beraber olması sevincimizi mutluluğumuzu bir kat daha artırıyor.

                 Buralarda nereye baksanız Rasûlullah’ı ve mücadelesini hatırlamadan edemiyorsunuz. Rasûllulah’ın 10 yıl gibi kısa bir süreye, bu kadar savaşı ve işi nasıl sığdırdığını düşünürken, en çok sıcağa ve yiyecek-içeceğin kıtlığına rağmen insanlara bu kadar hareketli mücadele azmini nasıl kazandırmış sorusuna, işte asıl mucize budur demekten kendinizi alamıyorsunuz. Rasûlullah’ın bildiğiniz ve inandığınız büyüklüğünü burada bir kez daha sarsılmaz biçimde anlayarak perçinleştiriyorsunuz.

                 Kısa sürede süper güçleri dize getiren enerji ve fütuhat ruhunun, iman olmadan meydana gelmesinin imkânı yok. Bu çölün ortasında dünyaya kafa tutma azmini başka ne sağlayabilir ki? Binlerce yıl başkasının ilgisini çekmemiş, kendisi de başkalarıyla hiç ilgilenmemiş bu toprakların insanının birden bire dünya sahnesine bu muazzamlıkta çıkmasının sırrı nedir? Şimdilerde ise dünyanın her tarafından insanları kendine çeken bu beldenin ve onda bulunan değerlerin kıymeti nereden kaynaklanıyor?

                Allah’ın, sadece çölden ve yanmış kaya parçalarından ibaret olan bu beldeye kıymet vermesinin sebebi nedir? Buraları inananların gözünde cazibe merkezi haline getiren şeyin aslını bilirsek o kıymetin hikmetini o zaman anlayabiliriz, diye düşünüyorum.

    Bu çöllerde bir tek Allah’a iman etmek ve bu imanın bütün dünyaya yayılmasının çabasını gösterebilmek, insan denen varlığın Allah’a sarsılmaz bağlanışının kuvvetini gösterir. Bu çöllerden dünyaya nizam verme fikri ve insana ait problemleri halledebilme becerisi kendiliğinden ortaya çıkabilecek bir fikir değildir. Burada bunun olsa olsa Yaratıcının çağrısı ve gerçekten iman edenlerin çabasıyla olabileceğini açık olarak kavrayabiliyorsunuz.

                 Kabile taassubundan kurtulamamış, bir birlik tesis edememiş, bir medeniyet oluşturamamış çoğu göçebe bir topluma, iman kazandırıp bu fikirlere sahip kılmak hiç de kolay değil, fakat Rasûlullah bunu başarmış. O, Allah’ı ve O’na imanı sevdirerek insanları birleştirmiş, Allah’ın dinini tebliğde görevini eksiksiz yerine getirmiştir.

                 Rasûlullah’ı taşıyan mekânlarda ve ibadet ettiği yerlerde bulunup ibadet etmeyi, O’na tabi oluşumuzun belgesi olarak ahirette elimize verilecek kitapta görmeyi diliyorum. Her milletten insanların çocuklarıyla burada yan yana durup namaz kılması, Rasûlullah’ın bu çöllerden dünyaya duyurduğu çağrısının yankısı gibi buraya aksediyor.  Burada bulunduğunuz süre içinde Allah’ın dünyayı ve insanları niye yarattığını daha iyi anlamanıza yardımcı olacak birçok şeyle karşılaşıyorsunuz. İnsanlar Allah’a iman ve Rasûlü’ne itaat konusunda çok ciddiler. Yaptıkları ibadetler ve döktükleri gözyaşı bunun delili.

                 Buradan ayrılma zamanı yaklaştığında gözlerinize hücum eden yaşa engel olamamanız ise, tek başına, birçok şeyin izahını başkasına anlatamasanız da size anlatıyor.

    Burada ezan okunduktan 15-20 dakika sonra namaz başlıyor. Kamet hoparlörlerle dışarı duyuruluyor sözler yarım söyleniyor. Yani bir kere “hayyalessalah” gibi. Mescitte her zaman insan bulunuyor. Ezan okunmadan insanlar gelmeye başlıyor. Ezanla birlikte sel gibi insan Mescide süratle giriyor. Namaz imamla kılındığı sürece insanlar gelmeye devam ediyor. İmamın selamıyla birlikte bu sefer Medine sokaklarına doğru akın başlıyor. Her namazdan sonra kaç cenaze olursa olsun bir cenaze namazı kılınıyor,  sonra isteyenler sünnet, nafile ve vitir namazlarını kılıyorlar. Mescit çok serin, her yer tertemiz, halısız yerler ve direkler her zaman siliniyor. Direklerin dibinde klimalardan serin hava geliyor. Mescid’in içinde direklerin dibinde, küçük, kibar, görüntüyü bozmayacak estetik ve renkli ayakkabılıklar ve Kur’an kitaplıkları bulunuyor. Bazı direklerde kameralar var. Termoslardaki soğuk zemzem her zaman içime hazır. Mescidin sağ ve sol arka tarafı kadınlara ayrılmış. Kadınların Rasûlullah’ın kabrini selamlamasına sadece sabahları ve öğleden sonra 1-2 saat izin veriyorlar. Suudlular Rasûlullah’ın kabrine aşırı tazim gösterisine izin vermiyor, Ravza’yı (Rasûlullah’ın kabri) görmeye engel oluyorlar. Ravza’ya doğru ellerin açılıp dua edilmesine hemen müdahale ediyorlar. İnsanlar Ravzaya selam verip içlerinden salâvat getiriyor. Kimisi biraz geride durarak ayakta ellerinde kitaplar, bir şeyler okuyup, gözyaşı döküyorlar.

                   Medine’deki son günümüzde, ikindi namazına giderken gökyüzüne bakıyorum. Çünkü gelmeden önce hep buralara biz buradayken yağmur yağmasını istiyordum. Hava kapalı fakat yağmur yağmıyor. Mescidi Nebevi’nin avlusundan tuvalete doğru giderken yağmurun burada yağışını görmeyi diliyorum. Abdest alıp Mescide doğru yöneldiğim anda müthiş bir gök gürültüsüyle birlikte sağanak yağışın başlaması beni ziyadesiyle sevindirdi. Namaz biter bitmez yağmurun yağışını seyretmek için Mescidin kapısına yaklaştım. Yağmur o kadar şiddetli yağıyordu ki Mescidin kapısından rüzgârla birlikte giren yağmur mescidin içine doğru akıyordu. Görevliler paspaslarla suyu dışarı ittiler. Kapı kalabalıklaştığı için üstü kapalı önü açık bir yer bularak oradan bir müddet yağmuru seyrettim. Yağmur bir o tarafa bir bu tarafa dönerek, bazen şiddetini artırarak devam etti. Ben de burada yağmurda ıslanmanın tadına varmak için yağmur devam ederken Mescit’ten çıktım. Otele kadar yağmur altında yürüdüm.

                    Medine’den akşam saat 18.00’da ayrılacağımızdan hazırlanıp ihram’a girdik. Mikat bölgesi Zülhuleyf’te akşam namazını kıldık. Burada bütün dünyevi kisvelerden sıyrılarak, Allah’ın bizlere verdiği en büyük unvanımız olan kulluğumuzun şuuruna daha iyi vararak Mekke’ye doğru yola koyulduk. Saat 4.30 Sabah namazına Mescidi Haram’da yetiştik. Çocuklar Kâbe’yi görmek için koşuşturdular. Ve Kâbe-i Muazzama bütün güzelliği ve ihtişamıyla karşınızda. Sanki dünyanın merkezindesiniz. Siyah örtüsüyle altın kapı ve yazılarıyla Kâbe yakınında Onu direkt görerek sabah namazının edası herkeste heyecan ve mutluluk uyandırıyor. Hz. İbrahim ve İsmail’in Allah için yaptıkları bu binanın bütün müslümanların kalplerini Allah’a bağlama noktası olduğunu düşünüyorsunuz.

                   Sabah namazından sonra Kâbe’nin Rüknü Yemani cephesinde dua ederek Hacerü’l Esved’in bulunduğu köşeye gelince “Bismillahi Allahu Ekber” diyerek ve sağ ellerimizle selam verip tavafa başlıyoruz. Kâinattaki her şeyin dönüşü gibi biz de Kâbe’nin etrafında dönüyoruz. Gözümüzü ondan ayıramıyoruz. Dualara devam ederek günahlarımızın affını, dünyada ve ahirette saadetimizi istiyoruz. Tanıdığımız kişilerin şahıslarına bilmediklerimizin gıyabına hayırlarını diliyoruz. Akif omzumda, Serhat ve Sadettin yanımda tavaf daha güzelleşiyor. Çocuklar hocamızın dediklerini tekrarlamaya çalışıyor ve yapılanları taklit ediyor.  Yedinci dönüşten sonra iki rekât namaz kılıp Safa tepesine çıkıyoruz. Safa tepesinde dua ettikten sonra dualarla saya başlıyoruz. Koşulacak yerde büyük bir coşkuyla çocuklarla koşuyoruz. Buralarda hep Hz. İsmail’in bebekken zemzem kuyusunun yanında ağlayıp beklerkenki hali ile Hz. Hacer’in Safa ve Merve  arasındaki gidip-gelişini düşündüğünüzde gözlerinizdeki yaşa hakim olmanız mümkün olamıyor.. Bir anne şefkatiyle yavrusuna su bulabilme ümidiyle çabalayan bu muhterem insanın ve yavrusunun durumuna gözyaşı dökeceklerin gözyaşına karşılık Allah’ın Hz. İsmail’in bulunduğu yerden su fışkırtması Allah’ın herkese rahmet ve merhametle muamelede bulunduğunun ve bulunacağının alameti olarak algılıyorsunuz. Allah’a iltica edip, O’na koşanların rahmete, mağfirete ve nimete kavuşacaklarının alameti de sayabilecek s’ayı bitirdiğinizdeki tatlı huzurun tadını unutamıyorsunuz.

                    Mescidi Nebevi için söylediklerimi Mescidi Haram için de söyleyebilirim. Sade ve muhteşem. Mescidin dış duvarlarının mermerleri siyah beyaz karışımı bir renkte . Mescidin ağırlıklı rengi bu. Bazı yerlere de siyah beyaz karışımı mermerler döşenmiş. Mescidin açık alanlarının mermeri beyaz. Siyah örtüsüyle Kâbe’nin etrafı göz alıcı beyazlıkta. Siyah renk hiçbir yerde Kâbe’de olduğu kadar güzel görünmüyor. Kâbe insanın gözünde en belirgin nesne olarak beliriyor. Mescidi Haram’ın renk uyumu mükemmel, ağırlık beyazda içinde siyah ve az miktarda sarı renkten oluşuyor. Otel ve çevre binaların yüksekliği Mescidi biraz boğuyor gibi duruyor. Mescidi Haram’ın yanındaki Ebu Cehil’in evi tuvalet yapılmış. Onun 50 m ilerisinde Rasûlullah’ın doğduğu ev ve Ebu Kubeys tepesi var.

                  Kâbe’de Cuma namazı için çocuklarla birlikte Mescid-i Harama gittik. Mescidin üst katında hutbeyi dinledik ve namazımızı kıldık. Burada namaz kılmak, dua etmek gaibe seslenmek şeklinden ziyade yakine varışı hissettiriyor.

                  Mescidi Nebevi gibi Mescidi Haram’da da her vaktin ardından mutlaka cenaze namazı kılınıyor. Burada ahiret uzak değil hemen yakınında, arada sadece ince bir perde varmış gibi hissediliyor. Dünya ahiret dengesinde ağırlık hep ahiretten tarafa, o yüzden olsa gerek insan dünyadan çok ahiret için çabalar oluyor buralarda. Beytullah’ın karşısında Allah’a dua etmenin ayrı tarafı bu yüzden daha iyi hissediliyor. Sanki hemen duana icabet ediliyor. Bundan dolayı dualarımdan birisini şöyle yaptım. “Allah’ım her yerde yaptığım dualarımı Kâbe’de yapılmış dualardan eyle. Bizim günahlarımız, senin rahmetin ve merhametin çoktur, bize merhamet et bizi bağışla. İslam’da ve imanda sebat etmemizi nasip eyle. Tanıdığım ve tanımadığım bütün inananlara merhametinle muamele buyur. Onlara da bu kutsal ve mübarek beldeleri ziyaret etme fırsatı ver... Amin”

                  İkindi namazından sonra tavafa başlıyoruz. Dualarımıza icabetin bir nişanesi olarak yağmur istiyoruz. Hava kapalı fakat yağmur yok. 7. dönüşün sonunda çiselemeye başlıyor. Tavaf namazını bitirdiğimizde biraz daha hızlanıyor. Yağmur rahmeti altında ayakta durup yağmuru ve Kâbe’yi seyre doyum olmuyor. Medine’den sonra Mekke’de Mescidi Haram’da yağmuru seyretmek ve hissetmek çok güzel oldu. Buralara gelmeden önce dilediğimiz ve düşündüğümüz manzaraları bize yaşatan Allah’a hamt olsun.

                   Bu kayalıklar içinde canlılık emaresi gösteremeyecek ölü bir yeri insanlarla doldurup canlandıran Allah’ın, ölüden diri çıkaracağının alametini görebiliyor ve imanınızın bir kat daha arttığını müşahade edebiliyorsunuz.

                  Arafat, Müzdelife, Mina, şeytan taşlama yerleri, Hıra, Sevr Mekke’de ziyaret edilecek yerlerin başında geliyor.

                  Arafat’ta büyük bir düzlük ve doğu ucunda Cebeli Rahme var. Burası Adem ile Havva’nın buluştuğu ve birbirlerine kavuştuğu yer olarak biliniyor. Arafat’ın büyük bölümü ağaçlandırılmış, Cebeli Rahme’nin merdivenleri seyyar satıcılar ve dilencilerle dolu. Merdiven kalabalık, hava sıcak. Cebeli Rahme’nin etrafı panayır alanına dönmüş. Süslü develer, atlar, üç tekerlekli motosikletler, insanları bunlara bindirmek için uğraşan insanlar. Nedendir bilemiyor, burada insana sıkıntı basıyor.

                   Arafat gibi bir yerin, Cennet’ten sonra insanların atası Âdem ve Havva’ya zeminlik etmiş olması, insana yokluktan varlığa ve ölümden diriliğe geçişte Allah’ın sonsuz güç ve kudretini bir kez daha gösteriyor sanki.

                   Arafat’tan sonra Müzdelife, Âdem ile Havva’nın zifaf gerçekleştirdiği yer olarak söyleniyor. Mina Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmek istediği yer. Mina’dan Mekke’ye doğru ilerlediğinizde küçük, orta, büyük şeytan taşlama yerlerine geliyorsunuz. Buraların, İbrahim’in, Hacer’in ve İsmail’in şeytanı taşlayarak, Allah’ın emrine isyan etmeyeceklerini gösterdikleri yerler olduğunu bilmek ve hatırlamak, Allah’a sınır tanımadan itaatin belgesini görmek gibiydi.

                  Hıra, tepeler içinde yüksek ve dik tepe. Rasûlullah’ın İlahi âlemle ilk temas noktası. Allah Rasûlü neden Mekke’den bu kadar uzak (6-7 km.) bir yeri seçmiş. Buralarda çıkılması daha kolay tepeler varken neden Hıra? Bu kadar zorluğu O’na yaptıran ne? 35-40 yaşındaki bir insan çoluğunu çocuğunu bırakıp neden buralara gelir? Bunlara bizim vereceğimiz cevaplar asıl gerçeğin yanında havada kalacak cevaplar gibi geliyor bana.

                  Sözü daha fazla uzatmadan sonuç olarak şunu söylemek istiyorum. Bu belde kutsal bir belde, imkân bulan her müslüman buralara gitmeli ve buralara birçok kez gidenler kınanmamalı. Çünkü Allah, Kur’an-ı Kerim’de: “Unutmayın, insanlık için inşa edilen ilk mabet, Mekke’dekidir, bereketli ve bütün âlemler için bir rehber(ilk kaynağı), apaçık işaretlerle dopdolu. (Orası) bir zamanlar İbrahim’in durduğu yer(dir); kim içine girerse huzur bulur. Bundan dolayı, mabedi haccetmek, gücü yeten bütün insanların Allah’a karşı yerine getirmek zorunda oldukları bir görevdir. Hakikati inkâr edenlere gelince, bilsinler ki, Allah, yarattığı âlemlerden bağımsızdır, her bakımdan kendine yeterlidir.” (3/96-97) buyurarak bu beldeyi ve onun ziyaret edilmesinin önemini veciz bir şekilde bildirmiştir, vesselam. 

                                                     

    Bu yazı toplam 1750 defa okunmuştur.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
    Tüm Hakları Saklıdır © 2016 BADER Ankara | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0 312 229 54 06 - 229 55 06 | Haber Yazılımı: CM Bilişim