Adil BÜYÜKÇOLAK / Yazar

    12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
    Adil BÜYÜKÇOLAK / Yazar

    DİPLOMATİK ZAFER; HUDEYBİYE

    14 Mayıs 2017 Pazar 13:51

    Anlaşma yapmaya gelen Süheyl b. Amr kendince aldığı kararları bir bir Rasûlullah'a kabul ettirmeye çalışıyordu. Bunların başında, müslümanların bu sene Kâbe ziyaretinden alıkonulması, fakat gelecek yıl isterlerse Kâbe'yi ziyaret edebilecekleri geliyordu. Rasûlullah (s.a.v.)'ın: "Bizimle Kâbe arasından çekilin, tavaf edelim" demesine Süheyl: "Sizinle Kâbe arasında çekilmeyiz, bunu yapamayız. Zira Araplar arasında bizim ağır şartlar kabul ettiğimiz söylentisi yayılır. Ziyaretiniz gelecek yıla kalsın" cevabını verdi ve görüşünde direndi. Rasûlullah, Allah'ın "Düşman sulha yönelince, sen de ona yönel" (8/61) buyruğunca barış yapmaya istekli davranarak bunu kabul etti.

    Süheyl'in bir oğlu müslümanlar arasında, bir diğeri de müslüman olduğu için Mekke'de hapiste tutuluyordu. Süheyl, hem oğlunun hem de Mekke'den müslüman olup müslümanlara katılacakların önünün kesilmesi için bir madde teklifinde daha bulundu:

    "Mekke'ye iltica eden hiçbir Medineli müslüman, iade edilmeyecek, fakat Mekke'den Medine'ye sığınan bütün Mekkeliler, yetkililerin (köle ise sahibi, değilse aile reisi) isteğince iade edileceklerdir."

    Mekkeli Müşriklerin lehinde gibi görünen bu teklifi de kabul eden Rasûlullah (s.a.v.), başta Hz. Ömer'in (r.a) tepkisini çekti. Hz. Ömer bu ağır şartın kabul edilmeyeceğini ifade ederek Rasûlullah'a şunları söyledi. "Sen Allah'ın Rasulü değil misin?" Rasûlullah (s.a.v.): "Evet, Allah'ın Rasülüyüm" Ömer (r.a): "Biz hak üzere, düşmanımız da batıl üzere değil mi?" Rasûlullah (s.a.v.): "Evet". Ömer (r.a.): "Öyleyse niçin dinimiz hakkında bu zillete katlanıyoruz?" Rasûlullah (s.a.v.): "Ben Allah'ın kulu ve elçisiyim. Onun emrine asla karşı gelmem. O da beni terk etmeyecektir." diyerek, ne yaptığını ve niçin yaptığını bilen tavır göstererek, anlaşmanın yapılmasını arzu ettiğini ortaya koydu. Çünkü o, bu anlaşmayla ve anlaşmaya ekleyeceği bir maddeyle kısa vadede kayıp gibi gözüken antlaşmanın uzun vadede müslümanların lehine döneceğinin hesabını yapmıştı. Bu madde özellikle, Mekke ve Hayber'in ittifakını parçalayarak, İslam'ı tehdit eden iki büyük tehlikeden birini bertaraf edecek; bu iki düşmanla teker teker hesaplaşma imkânı sağlayacaktı.

    Her zaman arkadaşlarıyla istişareye önem veren Rasûlullah'ın bu sefer arkadaşlarının itirazlarına aldırmadan kararında ısrar etmesinin altında yatan hikmet bu olsa gerek. On yıl aralarında barışı sağlayacak olan bu barış anlaşmasıyla elde edilecek şeylerin neredeyse tamamı müslümanların lehine sonuçlanmıştır.

    Bu anlaşma Rasûlullah'ın peygamberliğini açıkladığı günden bu tarafa Kureyş ile yaptığı ilk resmi anlaşma oluşunun yanında, yazılışı, şekli ve muhtevası açısından da örnek alınması gereken bir anlaşmadır.

    Rasûlullah (s.a.v.) Mekke'yi sağlama aldıkta sonra Hayber'in üzerine yürümeyi kendisine hedef seçmişti. Fakat bu planında kimseye söz edemezdi. Bunun duyulması her şeyi berbat edebilirdi. Belki bu yüzden arkadaşlarının itirazına rağmen bu anlaşmayı yapmayı arzu ediyordu.  İtirazla açık cevap vermiyor, arkadaşlarını yatıştırmaya çalışıyordu. Arkadaşları da itirazlarına rağmen isyan etmiyor, sonuçta kabulleniyorlardı.

    Aleyhte görünen maddelerin izahı şöyle yapılıyordu. Ziyarettin (Haccın) engellenmesinin fazla bir önemi yoktur. Çünkü Allah, Haccı oraya bol bulanlara emretmiştir. Gelecek yıl barış içinde ziyaret gerçekleşecektir. İltica edenlerin iadesine ise Rasûlullah şöyle izah getirmiştir. "İçimizden birinin kalkıp Mekkelilere sığınması bir dinden çıkma (irtidat) hareketidir ve biz böyle hainlere muhtaç değiliz. Buna mukabil Mekkeliler arasından gelip bize katılan biri muhakkak ki İslam'a yeni girmiş bir kimse olacaktır. Böyle bir kimse, müşriklerin gösterdiği eza, cefa ve işkenceler sebebiyle Allah katında mükâfatlandırılacaktır."

    Ayrıca Rasûlullah'ın teklifince kabul edilen diğer bir madde müslümanların zaferini perçinleyecek nitelik arz ediyordu. "Bu sulh anlaşmasına dâhil olan tarafların müttefiklerini de içine alan bu sulh anlaşması on yıl süre ile yürürlükte kalacaktır." Bu maddeyle müslümanlar yüzlerini kuzeye, yani Hayber'e çevirebileceklerdi. Nitekim müslümanlara çeşitli hile ve desise tertip eden son Yahudi kalesi Hayber, Medine'ye döndükten üç hafta sora fethedildi.

    Anlaşmanın önemli bir maddesi de "Diğer bütün kabileler, asıl tarafların sahip olduğu aynı hakları elde etmek ve aynı vecibeleri yüklenmek suretiyle bu anlaşmaya dâhil olabileceklerdi." Yani taraflardan birinin müttefiki olabileceklerdi. Bu maddeye istinaden hemen oracıkta bulunan Beni Bekr kabilesi Mekkelilerle (Kureyşle), Huzâ'alılar ise Müslümanlarla ittifak yaptıklarını ilan etmişlerdir. Bu madde Hayber'in ve Mekke'nin fethinde de zengin hazırlamıştır.

    Anlaşma müzakeresi yapıldıktan sonra sıra, anlaşmanın yazılmasına gelmişti. Kureyş heyetinin usta diplomatı kendince başarılı anlaşma yaptığını düşüne dursun, Rasûlullah bu anlaşmanın neler getireceğinin farkındadır ve bunun bozulmasını hiçbir şekilde arzu etmemektedir.

    Süheyl, müslümanların ziyaretini bir yıl erteletmekle, kendi oğlunun ve başkalarının Müslümanlara ilticasına önlemekle başarı elde ettiğini düşünerek müzakere sonuçlarının kaleme alınmasını talep etti.

    Rasûlullah, kâtiplik görevini Hz. Ali (r.a)'ye verdi ve "yaz" dedi. Bismillahirrahmanirrahim." Süheyl itiraz ederek; "Ben Rahman nedir bilmem. Bismikallahümme yaz yeter!" dedi. Kur'an bu davranışı kâfirlerin kalplerine yerleşen kızgınlık, gayretkeşlik ve cahiliye asabiyeti olarak nitelendirmiştir (48/26). Allah Rasulü: "Bismikallahümme yaz. O da güzeldir" buyurdu. Allah adının bu şekilde anılmasında hiçbir sakınca yoktu. Hz. Ali'de böylece yazdı. Rasûlullah (s.a.v.) devamla "Bu, Allah'ın Rasûlü Muhammed ile Süheyl b. Amr arasında yapılan anlaşmadır" yazmasını istedi. Süheyl bunu da itiraz ederek; "Senin Allah'ın Rasûlü olduğunu kabul etseydik, ne seni Kâbe ziyaretinden alı kor, ne de seninle savaşa tutuşurduk. Onun için kendi adını ve babanın adını yazdır" dedi. Muhammed (s.a.v) "Siz yalanmaya çalışsanız da ben Allah'ın Rasûlü'yüm" dedi ve Hz. Ali'ye yazdığını silmesini buyurdu. Hz. Ali de dâhil bütün müslümanlar şaşkın ve üzgündüler. Allah Rasûlü'nün bütün bunlara neden ve niçin katlandığına tam bir anlam veremiyorlardı.

    Rasûlullah'a tam teslimiyet sahibi Hz. Ali'nin (r.a): "Vallahi ben senin Rasûlullah unvanını asla silmem" demesi oradaki gergin havayı yansıtıyordu. Rasûlullah ise şeklî olan bir tekliflere takılmadan kendi eliyle "Rasûlullah" kelimesini sildi. Yerine Abdullah'ın oğlu Muhammed ibaresini kaydettirdi.

    Tam bu sırada müslümanların anlaşmaya hezimet olarak bakmalarını pekiştirecek bir olay daha meydana geldi. Kureyş temsilcisi Süheyl b. Amr'ın Mekke'de mahpus tutulan oğlu Ebû Cendel çıkageldi. Ebû Cendel’in zincirlerinden kurtulup müslümanlara iltica ettiği anlaşılınca, Süheyl Rasûlullah'a "işte" dedi. "İmzalayacağın anlaşma gereğince iadesini istediğim ilk adam. Aksi halde anlaşmayı asla imzalamam."

    Rasûlullah (s.a.v) bir kez daha karar verilmesi zor bir durumla karşı karşıya kalmıştı. Anlaşmadan vazgeçse, anlaşmayla hedeflediği şeylere ulaşması zorlaşacak, iltica talebini reddetse bir müslümanı düşmana teslim etmenin acısını yaşatacak ve yaşayacaktı. O ikincisini seçmiş, hedefe ulaşmada zaten acı çekilip durulmakta olduğunu ve mücadelenin başından beri bu türden sıkıntıların her zaman yaşandığını unutmamıştı. Nimete karşılık, külfete katlanmanın gereğini hatırlatarak, yeni müslüman olanların da bu İslam nimetine karşılık yüz yüze kalacakları zorluklara katlanmaları gerektiğini ifade etti.

    Fakat Ebû Cendel'in "Ey müslümanlar, Müslüman olarak geldiğim halde şimdi tutup beni işkence etsinler diye müşriklere iade mi ediyorsunuz?" sözü yürekleri parçalamaya yetiyordu.

    Rasûlullah (s.a.v) Ebû Cendel'in istisna olarak kendisine bağışlanmasını Süheyl'den istedi. Ancak Süheyl bunu kabul etmedi. Anlaşmaya uyulmasını talep etti. Rasûlullah da anlaşma gereğince Ebu Cendel'i babasına teslim etti. Ebu Cendel'e ise: "Ey Ebû Cendel! Sabret. Çünkü Allah sana ve diğer mazlumlara bir kurtuluş ve çıkış yolu açacaktır. Bizler aramızda bir anlaşma yapmış bulunuyoruz. Onlara söz verdik. Onlar da bize söz verdiler, sözümüze ihanet etmeyiz." diyerek müslümanlara, kâfirlere ve özellikle Ebû Cendel'e durumu açıkladı.

    Anlaşmada Müslümanların en çok tepkisini çeken müslümanların iadesi maddesinin, müslümanların lehinde bir madde olduğunun anlaşılması uzun sürmedi. Şöyle ki, Mekke'de zulme uğrayan müslümanlardan biri de Ebû Basir (veya Ebû Busayr) Ubeyd b. Useyd'dir. O yerleşmek için Medine'ye hicret ettiğinde, Kureyş onu anlaşma şartlarına göre getirtmek için iki kişi gönderdi. Adamlar geldiğinde Rasûlullah (s.a.v.) anlaşma gereğince Ebû Cendel'e söylediklerini Ebû Basir'e de söyleyerek onu Mekke'ye götürmeleri için iki Kureyşliye teslim etti. Ebû Basir ise buna teslimiyet göstermeyerek, yolda bir yolunu bulup Kureyşlilerin birini öldürdü, diğerini ise elinden kaçırdı. Durum Rasûlullah'a haber verildi. Ebû Basir de ölenin kılıcını kuşanmış bir vaziyette çıkageldi ve: "Ey Allah'ın Rasulü! Sen mesuliyetten kurtuldun. Allah'a olan sözünü tuttun ve beni onlara teslime ettin, ben de dinimi onlardan korudum ve onlarla gitmeyi kabul etmedim." dedi.

    Ebû Basir Medine'de kalamayacağını anladı. Mekke'ye dönemeyeceğini de bildiği için El-Is denilen sahil yoluna gitti. Burada karargâh kurarak Kureyş kervanlarının tehdit etmeye başladı. Ebû Cendel başta olmak üzere Mekke'den kurtulan müslümanlar Medine yerine Ebû Basir'in yanında toplandılar. Rivayetlere göre bu sayı yetmişi bulmuştur. Zulüm görmüş bu insanlar Kureyş'e karşı bir gerilla ordusu haline gelivermişti. Kureyş'in ticaret yolu tehlikeye düşmüştü. Bu durum karşısında Kureyş, inatla yazdırdığı anlaşma maddesinin tez elden iptal edilmesini istemek zorunda kaldı. Rasûlullah da bir mektupla bu müslüman gurubu Medine'ye geri çağırdı.

    Düşman ve dostları arasında kalan müslümanların mücadelesine örneklik teşkil eden bu olaydan, inananların iman gücünü ve İslam'dan başka her şeyi terk edebilme özelliklerini açığa görebilmekteyiz. (Bugün bütün dünya müslümanlarının yalnız bıraktığı Çeçen mücahitlerinin mücadeleleri bu harekete ne kadar benzemektedir.)

    Araya giren Ebû Cendel olayından sonra müzakere edilen anlaşma maddeleri iki nüsha halinde yazıldı. Rasûlullah, Süheyl b. Amr ve iki tarafın ileri gelenlerinden şahitlerin de tasdik ettiği nüshalar mühürlenerek taraflara verildi. Bu anlaşma Rasûlullah'ın peygamberliğini açıkladığı günden bu tarafa Kureyş ile yaptığı ilk resmi anlaşma oluşunun yanında, yazılışı, şekli ve muhtevası açısından da örnek alınması gereken bir anlaşmadır.

    Anlaşmanın lafzından müslümanların aleyhineymiş gibi bir görüntü oluşmasına rağmen anlaşma, tıpkı Rasûlullah'ın düşündüğü gibi, zaman geçtikçe bir kazanç ve zafere dönüştü. Kureyş ilk defa Rasûlullah'ı ve İslam Devletini tanımış oldu. Her ne kadar bir yıl sonraya bırakılsa da müslümanların Kâbe'yi ziyaret hakkı ve İslam'ı dinlerden bir din olarak kabul edilmesi sağlandı. Saldırmazlık maddesiyle müslümanlar rahatladı. En büyük düşmanlarına sırtlarını dönebilecek ve başka düşmanlarla mücadele edebilecek imkânı buldular. Müslümanlarla müttefik olmak isteyenlerin önlerindeki baskı kalkınca,  müslümanlarla ittifak kuranların sayısı arttı. Bu ise Kureyş'in Arap kabileleri üzerindeki nüfuzunun kaybolmasına neden oldu. Serbestlik ve barışla müslümanlar, İslam'ı tebliğde çektikleri bazı sıkıntılardan kurtuldular. İslam hızla yayılmaya başladı.

     

    Bu yazı toplam 1210 defa okunmuştur.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
    Tüm Hakları Saklıdır © 2016 BADER Ankara | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0 312 229 54 06 - 229 55 06 | Haber Yazılımı: CM Bilişim