- 21:28 - BADER Olarak Etimesgut Belediye Başkanı Sayın Enver DEMİREL'in Misafiri Olduk
- 13:44 - 5.Olağan Genel Kurul Çağrısı
- 08:48 - İstişare ve Tanışma Programımızı Gerçekleştirdik
- 08:50 - Ankara Valiliğine Vasip ŞAHİN atandı.
- 16:11 - Kabakçı Konağı Ekim Ayı Söyleşisini Gerçekleştirdik.
- 08:44 - BADER Olarak Ziyaretlerimize Devam Ediyoruz.
- 09:42 - Acımız Büyük
- 23:38 - Hacı Bayram Veli Hazretlerinin Manevi Gölgesinde Bir Sosyal Bilimler Üniversitesi
- 23:13 - Zabıta Teşkilatı 192 Yaşında…
- 16:09 - ABD Menşeili Markalara İzin Yok
- 09:30 - 15 Temmuz Platformu Üyesi Olarak Basın Açıklamasına katıldık.
- 09:24 - 13. Çubuk Kültür ve Turşu Festivali İstişare Toplantısı
- 09:18 - Döviz ve Altınlarımız Bozduruyoruz
- 09:14 - TRT'ye Ziyaret
- 16:01 - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda Basın Açıklaması Yapıldı
Adil BÜYÜKÇOLAK / Yazar





MEDİNE’YE GELEN HEYETLER
Rasûlullah’ın yirmi küsur sene boyunca gösterdiği sabır, azim ve mücadelesinin sonunda insanlar fevç fevç (dalga dalga) İslam’a girmeye başladılar: “Allah’ın yardımı ve zaferi geldiğinde ve insanların Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde Rabbinin sınırsız şanını yücelt, ona hamdet ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O Her zaman tövbeleri kabul edendir.” (Nasr 1-3) ayetleri bunu müjdelemektedir.
Hicretin 9. yılına gelindiğinde insanların İslam’a girişleri birer ikişer değil, toplu halde yani dalga dalga olmaya başlıyordu. Arabistan’ın her köşesinden Medine’ye gelen heyetlerin ardı arkası kesilmiyordu. Peş peşe gelen bu heyetler Rasûlullah’a biat ediyor ve İslam’a giriyorlardı. Bu ise Allah’ın yardımı ve zaferidir. Bunun için biz O’na hamt eder ve bizi bağışlaması için tövbe ederiz.
Kendiliklerinden Medine’ye gelerek Rasûlullah’la görüşmelerde bulunan heyetlerin tavırları ve alınan sonuçlar aynı olmuyordu. Bundan dolayı İslam davetçilerine derslerle dolu olan bu heyetlerin değişik tavırlı olanlarından bazılarını burada anlatmayı yararlı görüyoruz. Çünkü hem gelen heyetlerdeki insan tipleri ve tavırları farklı farklıdır hem de onların birer öğretici olarak dönecekleri kabileleri farklı özelliklere sahiptir. Bu bize farklı insan ve topluluklara nasıl muamele edilmeli, tebliğe nereden ve nasıl başlanılmalı ve ne yapılmalı gibi birçok sorunun cevabını öğretecektir.
Rasûlullah’ın heyetlerle ilgili önemli icraatlarından biri de onların misafir edileceği bir misafirhane tahsisidir. Yoğunlaşan misafirlerin rahat ettirilmesi ve ihtiyaçlarının karşılanması için Remle hatunun evi misafirhane olarak kullanılmaya başlandı. Rivayetlere göre bu yıl Medine’ye gelen heyet sayısı yetmişe varmıştır.
Bahreyn civarında yaşayan Abdü’l Kays kabilesinden Abdullah bin Avn Eşec beraberinde on altı kişi ile Rasûlullah’ın yanına geldi. Rasûlullah onları: “Hoş geldiniz, sefa getirdiniz. Allah sizi utandırmasın. Size pişmanlık vermesin” diyerek karşıladı. Onlar da: “Ey Allah’ın elçisi, seninle aramızda müşrik Mudar kabilesi olduğundan haram aylarından başka vakitlerde sana gelemiyoruz. Bize öyle şeyler bildir ki onu yaptığımız takdirde cennete girelim ve bizden ötede oturanları da ona davet edelim” dediler. Rasûlullah birçok heyete yaptığı gibi bu heyetin ihtiyacı olan tavsiyeleri onlara bildirdi: “Ben size dört şey emreder ve dört şeyi yasaklarım. Allah’a iman edip şahadet kelimesini getirin, namazı kılın, zekâtı verin, Ramazan orucunu tutun ve ele geçirdiğiniz ganimetlerin beşte birini Beytü’l-Mal’e verin. İçki için kullanılan Dubbâ’, Nakîyr, Hantem ve Muzeffet denilen dört çeşit kabı kullanmaktan sizi nehyederim.
Rasûlullah, tavsiyelerinin iyice bellenilmesi ve başkalarına da belletilmesini istiyordu.
“Hakîm’in Alkame bin Haris’ten naklettiği şu hâdise, bir mü’minde bulunması gereken hasletleri ne kadar güzel özetlemektedir:
“Kabilemden yedi kişilik bir kafile ile Rasûlullah’ı ziyarete gittik ve ona selam verdik. O da selamımızı aldı ve bizi dinlemeye başladı. Konuşmamız hoşuna gitmiş olacak ki bize; “Siz nesiniz?”diye sordu: “Biz mü’miniz” dedik. “Her sözün bir hakikati vardır. Sizin imanınızın hakikati nedir?” dedi. “Ey Allah’ın Elçisi! İmanımızın hakikati on beş haslettir ki, beşini sen bize emrettin, beşini senin elçilerin bize söylediler, beşi de biz daha cahiliyette iken bizim ahlakımızdı ve bugüne kadar da bırakmış değiliz. Eğer bizi onlardan nehyetmezsen bırakmayacağız da...” dedik.
Allah Rasûlü: “Size emrettiğim o beş haslet nedir?” dedi: “Sen bize, Allah’a, Meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve Ahiret gününe iman etmemizi emrettin” dedik.
“Ya elçilerimin söylediği beş haslet nedir?” dediğinde: “Senin elçilerin bize, Allah’tan başka ilah bulunmadığına, senin onun kulu ve elçisi olduğuna şahadet getirmemizi, farz namazları kılmamızı, farz kılınmış olan zekâtı vermemizi, Ramazan orucunu tutmamızı ve eğer gücümüz yeterse hacca gitmemizi söylediler” dedik.
“Ya siz cahiliyette iken ahlakınız olan o beş şey nedir?” diye sorunca “Biz cahiliyette iken ahlakımız olan beş şey de, bollukta şükür, felaket ve sıkıntı hallerinde sabır, savaş alanlarında doğruluk, kaderin acısına razı olmak ve düşmanın felaketine bile sevinmemektir.” dedik.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): “Bunlar ne kadar üstün hasletlerdir! Bilgili ve edip insanlarsınız ve bu hasletler sizde olduğu için az kalıyor ki, birer peygamber olasınız.” dedi ve yüzümüze gülümsedi. Sonra: “Ben size beş haslet daha tavsiye edeyim ki Allah sizde iyi hasletlerin hepsini toplamış olsun: “Yiyemeyeceğiniz malları toplamayın, oturamayacağınız evleri yapmayın, yarın elinizden çıkacak şeyler için birbirinizle çekişmeyin, dönüp dolaşıp kendisine gideceğiniz Allah’tan korkun ve yüzde yüz gideceğiniz ve içinde daimî olarak kalacağınız ev için çalışın dedi.” (Mahmut Esad Seydişehrî, İslam Tarihi c.2, s. 966-967 Divan Yay.)
Sahabeler gelen heyetlerin rahatı ve İslam’dan etkilenmeleri için ellerinden geleni yapıyorlardı. Misafirlerini yumuşak yataklarda yatırıyor ve güzel yemekler yediriyorlardı. Allah’ın kitabını ve Rasûlullah’ın sünnetini öğretiyorlardı. Rasûlullah, gelen heyettekilerin dini iyice öğrenebilmeleri için her birini bir sahabeye emanet ediyor onların dini iyice öğrenmelerini sağlıyordu. Müslüman olan heyetlerle birlikte ya bir emir ve muallim tayin ediyor ya da içlerinden birini seçerek onun bu görevleri yerine getirmesini istiyordu.
Benî Gamid heyetine Ubeyy bin Ka’b emir tayin edilerek onlarla beraber gönderildi. Helal ve haram hükümlerini bildiren bir mektup yazdırılıp onlara verildi.
Ezdişenûe heyetinin başkanı Sard bin Abdullah Ezdi, memleketine vali tayin edildi ve Yemen’de bulunan müşriklerle savaşması emredildi.
Havazin kabilesinin bir kolu olan Benî Sa’d’dan da bir temsilci geldi. Ki Rasûlullah’ın sütannesi Halime de bu kabiledendi. Rasûlullah’ın beş yaşına kadar bu kabilenin yanında kaldığını ve Huneyn savaşında esir düşen Havazin kabilesini sütanne ve kardeşleri hatırına bağışlayarak salıverdiğini biliyoruz. Şimdi Benî Sa’d’ın temsilcisi olarak Medine’ye gelen Dimam bin Salebe, mescitte ashabıyla birlikte oturan Rasûlullah’ı aramaktadır. Saçlarını ikiye ayırıp örmüş olan Dimam, oturan cemaatin karşısına dikilip ilk anda çok kaba görünen sorular sormaya başladı: “Hanginiz Abdulmuttalib’in oğludur?” Rasûlullah: “Abdulmuttalib’in oğlu benim” dedi. “Muhammed mi?” diye sorusunu yineledi. Rasûlullah da” Evet” dedi. Dimam: “Ey Abdulmuttalib’in oğlu, ben sana bir soru soracağım, sorum konusunda pek titizimdir, bana darılma” dedi. “Darılmam istediğini sor” dedi Allah Rasûlü. O da “Seni Allah’a, Allah’ına, senden öncekinin Allah’ına, senden sonra var olanın Allah’ına yemin ettiririm, acaba Allah seni risalet için mi bize göndermiştir?” diye sordu. Rasûlullah: “Allah’a andolsun evet” dedi. Dimam sormaya devam ederek: “Seni Allah’ına, senden öncekinin Allah’ına, senden sonra var olanın Allah’ına yemin ettiririm ki, acaba Allah sana bizzat kendisine tapınmamızı, ona ortak koşmamamızı, Allah diye putlara (heykel) tapan babalarımız gibi onlara tapmaktan sakınmamızı emretmeni mi emretmiştir?” dedi. Rasûlullah: “Allah’a ant olsun evet” dedi. Dimam aynı yemin şekliyle sorular sormaya devamla: “Allah sana bu beş vakit namazı, orucu, zekâtı ve haccı emretmeni mi emretti” diye sorularını sürdürdü. Rasûlullah da her bir soruya “Evet” cevabıyla karşılık verdi. Dimam, kararlı ve güven dolu bir ses tonuyla: “Şahadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Şahadet ederim ki Muhammed, Allah’ın Rasûlü’dür. Beni sakındırdığın şeylerden sakınacağım, ne onlara bir şey ekleyeceğim ne de eksilteceğim” deyip hemen geriye dönüp devesine bindi ve hızla Medine’yi terk ederek kavmine doğru hareket etti. Bu saf, düz ve dobra dobra adamın arkasından Rasûlullah: “Bu iki saçlı adam doğru söylüyorsa cennete girer” diyerek bildikleriyle amel eden samimi Müslümanların kurtuluşuna işaret etti.
Dimam beldesine varınca halkı onun etrafına toplandı. O hemen topluluğa hitaben haykırdı: “Lât ve Uzza’ya lanet olsun” Etrafındakiler: “Ey Dimam, pislikten, cüzzamdan, deli olmaktan kork” dediklerinde: “Yazıklar olsun size, Allah’a ant olsun bu ikisinin size ne zararı ne de yararı vardır. Allah, Rasûlü’nü göndermiştir. O’na bir kitap indirmiştir. O, kitapla sizi bulunduğunuz şartlardan kurtaracaktır” dedi ve imanını halka açıkladı. İbn-i İshak’ın dediğine göre onun samimi imanından etkilenen bütün kabilesi akşam olmadan müslüman oldu.
İbn-i Abbas: “Ben Dimam bin Salebe’den daha üstün bir kabile temsilcisi görmedim” diyerek saflığı, sadeliği, dobralığı ve samimiyeti övmüştür. (Ali Şeriati, muhammed Kimdir, s. 304, Fecr Yay.)
Bu rivayetlerden şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İnananlar bildikleriyle samimi olarak amel ederlerse, Allah onlara dünyada ve ahirette başarı ve kurtuluş ihsan edecektir.
Bu yıl içerisinde, gönüllü heyetler oluşturarak Medine’ye gelenlerin hepsinden aynı sonuç alındığı söylenemez. Gelen heyetlerin çoğu müslüman oldu fakat içlerinde medeni ilişkilerden habersiz oldukları için uyarıya muhatap olanlar, kendi dinlerinde kalmak isteyip de cizye vermeye razı olanlar, istisna da olsa her hangi bir anlaşma yapmadan dönüp giden ve düşmanlıklarını sürdürmek isteyenler ve hatta bazı heyetlerin içinde daha sonra peygamberlik davasına kalkışacak kimseler bile vardı.
Daha önce söylediğimiz gibi yetmişe yakın heyetin çoğu ya önceden müslüman olup müslümanlıklarını bildirmek ve biat etmek için gelmişler ya da Rasûlullah’ın huzurunda müslüman olup dinin esaslarını öğrenip kavimlerinin yanına dönmüşlerdir.
Temîmoğulları kalabalık bir heyetle Medine’ye geldiler, mescide girdiler, öğle sıcağında dinlenmek için odasına çekilmiş olan Rasûlullah’a odasının arkasına geçip kaba bir şekilde yanlarına gelmesi için bağırdılar. Allah Rasûlü bundan rahatsız olmasına rağmen onların yanına geldi. Fakat Allah: “Sana odaların arkasından bağıranların çokları, aklı ermez kimselerdir. Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Bununla beraber Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Hucurat 4) buyurarak Rasûlü’ne yapılan kabalığa dikkat çekerek insanları nezakete ve saygıya davet etmiştir. Bu heyetin sözcüsü veya başkanı Akra b. Habis, yanlarına gelen Rasûlullah’a; “Ey Muhammed! Benim övmem güzel, kötülemem ayıplıdır” diye söze başlayınca, Rasûlullah: “Yazıklar olsun sana, öyle olan Allah’tır” buyurdu. Buna rağmen Temîm heyetinin ilk istediği: “Konuşmacımız ve şairlerimizle şiir ve övünmede seninle yarışacağız” oldu. Allah Rasûlü: “Ben şiirle gönderilmedim, övünmekle de emr olunmadım. Fakat haydi bakalım” diyerek bu isteğini kabul etti. Mescide toplanmış insanlar karşısında karşılıklı hitabet ve şiir söylendi. Onların övünmelerine Rasûlullah’ın şairi Hassan b. Sabit’in şiirleriyle verdiği karşılıklar edebi ve susturucu olduğundan Müslümanların üstünlüklerini kabul ettiler, müslüman oldular. Rasûlullah da onlara hediyeler vererek ihsan ve iltifatta bulundu.
Hıristiyan Necran heyeti Abdu’l Mesih, Akîb başkanlığında on dört kişi ile Medine’ye geldi. Rasûlullah ile Hz. İsa hakkında hayli konuştular. Rasûlullah’ın Hz. İsa hakkında söylediği aklî ve naklî delillerle ikna olmadılar. Bu kadar aklî ve naklî delili kabul etmediklerinden dolayı Allah, doğrunun ortaya çıkması için karşılıklı lanetleşilmesine izin verdi, sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa de ki: “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da lanetleşelim, Allah’ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim.” (Ali İmran 61)
Rasûlullah, Ehli Beyt’ini yanına alarak Allah’ın dediğini yapmak için heyetin yanına vardı ve onlarla doğrunun ortaya çıkması için karşılıklı lanetleşmeyi istedi. Heyetin ileri gelenlerinden birisi Rasûlullah ve Ehli Beyt’te gördüğü iman ve kararlılığı fark ederek: “Ey Ebe’l Kasım (Hz. Muhammed (s.a.v.), bizi şimdi bırak, işimizi görelim de sonra gelir dediğini yaparız” deyip oradan ayrıldılar. Aralarından biri; “Anladınız ya, Muhammed gerçekten Allah tarafından gönderilmiştir ve bir peygamberdir. İsa efendimiz hakkındaki tartışmayı ne güzel çözüme kavuşturdu. Bilirsiniz ki, herhangi bir kavim bir peygamberle lanetleşmeye kalkışırsa büyüğü, küçüğü hepsi mahvolur, eğer bunu yaparsanız kökünüz kazınır. Mademki kendi dininizde kalmak istiyorsunuz, bu zatla barış ve anlaşma yapınız, sonra da yurdunuza dönünüz.” (Elmalılı, c. 2, s. 289) diyerek yapmaları gereken şeyi onlara söyledi. Bunun üzerine Rasûlullah’ın yanına dönerek: “Ey Kasım’ın babası, biz seninle lanetleşmemeye ve seni kendi dininle baş başa bırakıp, biz de kendi dinimizde kalmaya karar verdik. Ashabından bize birini gönder, mal ve mülk konusunda aramızda anlaşamadığımız şeylerde bize hakem olsun, zira biz senden razıyız” diyerek İslam hâkimiyetini kabul ettiklerini söylediler. Necranlılar İslam dinine girmemişseler de barış sözleşmesi yapmakla İslam hâkimiyetine girmeyi kabul etmişlerdir.
Beni Amir kabilesinin gönderdiği heyetin niyeti ise hiç iyi değildi. Bi’r Ma’una’daki Müslümanların öldürülmesinden sorumlu olan Amr İbni Tufeyl bu kabilenin reisi konumundaydı. Kabilesinin baskıları sonucunda Medine’ye gelmek zorunda kalan bu kişi, cahil ve vahşi bir kişiliğe sahipti. Medine’de Rasûlullah’a suikast yapmayı bile tasarlayabilen mütecaviz bir cüretkârdı. Cüretkârlığı görüşmenin başlamasıyla hemen ortaya çıktı. Müslüman olmayı Rasûlullah’tan sonra halife ilan edilme şartına bağlaması bunu göstermektedir. Rasûlullah, halifeliğin ne onun ne de kabilesi için olamayacağını söyleyince, bu sefer “Sen şehirleri yönet, bana da göçebeleri ver” teklifini ileri sürdü. Buna da “Hayır” diyen Rasûlullah, işin ehline verilmesi ilkesinden hareketle, atlardan iyi anlayan bu adamdan süvarilerden sorumlu olmasını istedi. Fakat bedevi lider bunu küçük gördü, kabul etmedi. Dönüp giderken de cüretkâr tavrını sürdürerek, her tarafı Rasûlullah’a karşı atlı ve yayalarla dolduracağı tehdidinde bulundu. Bunun üzerine Rasûlullah: “Allah’ım Benî Âmir’e hidayet ver. Tufeyl’in oğlu Amir’in şerrinden İslam’ı kurtar” diye dua etti. Rivayetlere göre Amr, saldırıya uğradığından veya hastalığa yakalandığından dolayı evine ve kabilesine ulaşamadan yolda öldü. Kabilesi yeni bir heyet teşkil ederek Medine’ye gönderdi. Bu heyet anlaşma yaptı. Ünlü şair Lebid de bu heyet içindeydi ve müslüman oldu. Kur’an’ın lâfzî icazı karşısında şairliği bırakacağını söylediğinde Rasûlullah, şiirini dinin hizmetinde kullanmasını istedi. O da ömrünün sonuna kadar şiir yazarak bu yeteneğini dinin hizmetinde kullandı.
Yemâme ahalisinin güçlü ve büyük bir kabilesi olan Benî Hanife’den de bir heyet geldi. Sonradan peygamberlik davasına kalkışacak olan Museyleme bin Sumâme (Museylemetu’l Kezzab) da onların arasında idi. Bir rivayete göre ona elbise giydirerek Rasûlullah’ın yanına getirdiler. Museyleme, Rasûlullah’tan bir şeyler talep edince, Rasûlullah, elinde tuttuğu bir kaç yapraklı hurma dalını göstererek: “Bu hurma dalını bile istesen, onu sana vermem” dedi.
Benî Hanifli birinin meşhur bir rivayetine göre ise, heyet Medine’ye girince Museylem’e yüklerin ve develerin yanında kaldı, diğerleri Rasûlullah’ın yanına gittiler, müslüman oldular.
Rasûlullah da onların her birine bir şeyler hediye etti. Onların bir arkadaşlarının da yüklerinin yanında gözcülük yaptığını söylemeleri üzerine, Rasûlullah herkese eşit değer ve hediye vereceğini ifade etmek için: “Onun mevkisi sizin mevkinizden daha aşağı değildir” dedi. Yemame’ye dönüldüğünde Museyleme, Rasûlullah’ın bu sözüyle kendisini peygamberlikte kendisine ortak yaptığı iddiasında bulundu. Namazı kaldırdı. Şarap ile zinayı helal saydı. Kur’an’ı taklit etmeye çalıştı. Fakat söylediği sözler boş, anlamsız ve hatta gülünç şeylerdi. Buna rağmen Benî Hanife kabilesinin cahiliyeden beri Kureyş’le olan, çekişme ve rekabeti bir takım kimselerin onun etrafına toplanmasına sebep oldu. Çünkü onun iddiasına göre Allah peygamberliği ve hükümranlığı bu iki kabile arasında paylaştırmıştır. Onun Rasûlullah’a gönderdiği mektubu ve Rasûlullah’ın buna cevabını ve Museyleme’nin akıbetini daha sonra anlatacağız.
Bu heyete benzer iki heyetten biri de Yemen’den gelen Ans kabilesinin heyetidir. Esved-i Ansî adıyla tanınan Abhale bin Kâ’b da bu heyetle Medine’ye gelip müslüman olmuştur. Fakat ileride bu da peygamberlik iddiasında bulunacaktır.
Benî Esed’in şecaati ile tanınan şeyhi, Tuleyha bin Huveylid bir heyetle Medine’ye gelip İslam’a girmiştir. Ne var ki bu zat da sonra dinden dönerek peygamberlik davasına kalkışmıştır.
Sonuç olarak denebilir ki peygamberlik iddia ile değil hak ile ortaya konur. Son ve hak peygamberin gelmesinden bu yana geçen yaklaşık bin dört yüz yıl bizim fikrimizi ve inancımızı doğrulamaktadır. Ne Kur’an’ın ne de Rasûlullah’ın, ilahi âlemle temasın son halkası olduğu gerçeği ortadan kaldırılamamış ve kaldırılamayacaktır. Çünkü Güneş balçıkla sıvanmaz.
Yorum Ekle
Arkadaşına Gönder
Yazdır
Yukarı
Tel : 0 312 229 54 06 - 229 55 06 | Haber Yazılımı: CM Bilişim