Adil BÜYÜKÇOLAK / Yazar

    12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
    Adil BÜYÜKÇOLAK / Yazar

    MUHTEŞEM DÖNÜŞ

    21 Ağustos 2017 Pazartesi 10:36

    Rasûlullah (s.a.v.), tedbirli, hazırlıklı ve planlı hareket etmenin yanı sıra mü'minlerin maneviyatlarını yükseltici ve güçlendirici söz ve davranışlarda bulunarak İslam'ın yayılmasını sağlıyordu.

    Mekke'nin fethi hazırlıkları da aynı şekilde hareket edilerek yapılmıştı. Rasûlullah (s.a.v.) Gülsum b. Hüseyn'i Medine'ye vekil bırakarak hicri sekizinci yıl Ramazan'ın onuncu günü ikindiden sonra orduyu süratle güneye doğru hareket ettirdi. Çevre kabileler Süleym oğulları, Gıfar oğulları, Müzeyne oğulları, Cuheyneliler ve ötekiler de yolda İslam ordusuna katıldılar.

    Sefere çıkanların oruç tutup tutmamalarının serbest olduğunu bildiren Rasûlullah, Mekke'ye iki konaklık mesafeye geldiklerinde kendisi de oruca niyet etmedi. Seferi iken oruç tutup tutmamak zaten Allah tarafından serbest bırakılmıştı (Bakara 183-185). Rasûlullah mü'minlere kolaylıkları da göstermede örnek olduğundan oruca niyet etmedi. Sonra savaş gibi güç bir işte onları zaafa uğratıp, zayıf düşürecek yolu tercih etmesi Rasûlullah'ın yöntemine uygun değildi.

    Müslümanlar Zu'l-Huleyfe'ye geldiğinde Rasûlullah'ın amcası Abbas’ın ailesiyle birlikte Medine'ye gitmek üzere yola çıkmış olduğu görüldü. Burada amcasıyla karşılaşan Rasûlullah (a.s.) ona: "Ben nasıl peygamberlerin sonuncusu isem, sen de muhacirlerin sonuncususun." buyurarak hicret ecrini kazandığını müjdeledi. Abbas, Rasûlullah'a Mekke'deki olup bitenleri bildiren istihbaratçısı konumundaydı. Artık o da İslam ordusunun bir neferi gibi, Fetih ordusuna katılarak tekrar Mekke'ye yöneldi.

    On bin kişilik ordu Mekke'ye bir günde uzunca yolculuk yapıldığı takdirde varılabilecek olan Merru'z-Zahran'a ulaşmıştı. Fakat ordunun hâlâ tam olarak nereye yöneleceğini bilen çok kişi yoktu. Kamp kurulan bu yer, aynı zamanda düşman Havazin Kabilelerinin yerleşim bölgesine giden yol üzerinde bulunduğu için hedefin Mekke mi yoksa Havazin mi olduğu kestirilmeye çalışılıyordu.

    Büyük Havazin kabilesi, Necid Çölü’nün güney ucundaki tepeliklere yayılmış bir kabiledir. Taif şehri de bu tepelerin birinin üzerine kurulmuştu. Taif'te yaşayan ve oradaki tapınağı koruyan Sakîfîler, Havazin kabilesine Yesrib'den on bin kişilik bir ordunun yola çıktığını ve her ihtimale karşı hazır olmaları gerektiğini haber vermişlerdi. Havazin boylarının çoğu bu habere göre Taif'in kuzeyindeki avantajlı bir bölgeye asker yığmaya başladılar.

    Kureyşliler ise Mekke'den çok Taif'in tehlikede olduğunu düşünmeyi tercih ediyorlardı. Fakat anlaşmayı bozduklarının da farkında olduklarından ne yapacaklarını kestiremiyorlardı.

    Rasûlullah (a.s.), bu noktada daha etkili olup kan dökülmeden Mekke'nin fethi nasıl sağlanır, bunu gerçekleştirmenin yollarını arıyordu. Artık büyük bir ordunun burunlarının dibine kadar gelmiş olduğundan haberdar olan Mekke'ye, olduğundan daha büyük ve güçlü görünerek bütün ümitleri kıracaktır. Rasûlullah (a.s.) ordunun çöle dağılarak herkesin ateş yakmasını istedi. Yanan ateşleri görenin dost olması halinde ordunun büyüklüğünden sevince ve güven duygusuna; düşman olması durumunda korkuya ve ümitsizliğe kapılmasını olağan karşılamak gerekirdi. Bu yüzden Rasûlullah, durumun fark edilmesi için Mekke'ye giden birisinin olması ve onların da gelip kendisinden eman dilemesini ister. Rasûlullah (a.s.)’ın mesajını alan Abbas, Kureyş reislerine haber verip işin diplomatik yoldan halledilmesini sağlamak için Rasûlullah'ın beyaz katırını alarak çevreyi dolaşıyordu ki karanlığı yaran sesler duydu: "Ömrümde bu kadar çok ateş, bu kadar çok asker görmedim". Abbas, sesin sahibini tanıdı bu Kureyş reislerinden Ebu Süfyan'dı.

    Ebu Süfyan yanına bir kaç arkadaşını da alarak haber toplama ve Rasûlullah'la görüşme ümidi ile yola çıkmıştı. Onlar ordunun ve ateşlerin çokluğu üzerine konuşurken Abbas (r.a):” İşte Rasûlullah (s.a.v.) Müslümanlar arasında bulunuyor. On bin kişi ile birlikte üzerinize geldi. "Yarın Mekke'ye zorla girecek olursa Kureyş mahvolur" deyince, Ebu Süfyan ondan çare sordu. O da: "Benimle gel, Rasûlullah'tan senin için eman isteyeyim" diyerek onu Rasûlullah'ın yanına götürmek için katırına bindirdi. Yolda bunları görenler pek aldırış etmediler. Fakat Hz. Ömer müşrik elebaşını böyle görünce onu cezalandırmak için harekete geçti. Ancak Abbas onu himayesine aldığını bildirdi ve Hz. Ömer'i engelledi. Rasûlullah'ın çadırına varınca söz alan Ebu Süfyan: "Ey Muhammed! Sen akrabalarına karşı bir kısmı tanınan, bir kısmı tanınmayan bir sürü insanla geldin". diyerek ve kendisinin Medine üzerine aynı şekilde yürüdüğünü unutarak konuşma yapmasına tahammül edemeyen Rasûlullah (a.s.), onun sözünü kesti: "İhanet eden sizsiniz. Hudeybiye anlaşmasını siz bozdunuz. Beni Ka'ba da saldırdınız. Böylece Allah'ın haram bölgesine ve mescidine tecavüz ettiniz" dedi. Ebu Süfyan konuşmasının bu yönde olmasını istemediğinden konuyu değiştirmeye çalışarak: "Sen asıl kızgınlık ve stratejini Havazin'e yöneltmeliydin. Çünkü onlar sana akrabalık yönünden uzak ve düşmanlıkta daha aşırıdırlar" dedi. “Ümit ederim ki, Rabbim bana bunların hepsini lütfedecek -Mekke'nin Fethini orada İslam'ın zaferini ve Havazin bozgununu.- Yine ümit ederim ki, onların ailelerini esir ve mallarını da ganimet olarak bahşedecek." diyen Rasûlullah, gelen heyete dönerek: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın Rasûlü olduğuma şehadet edin" dedi. Heyette bulunanlardan ikisi teklifi kabul edip Müslüman oldular. Fakat Ebu Süfyan sadece "Allah'tan başka ilah yoktur" dedi ve sustu. Şehadetin ikinci kısmını da tekrarlaması istendiğinde, tereddüdü olduğunu belirtti ve kendisine biraz mühlet verilmesini istedi. Bunun üzerine Rasûlullah amcası Abbas'a onları kendi çadırına götürmesini söyledi.

    Ebu Süfyan, sabah olduğunda Müslümanların Rasûlullah'a sevgilerine ve  ibadet coşkularına şahit olunca ve Abbas'ın Müslüman ol kurtul, tehdit ve telkini işe yarayınca tekrar Rasûlullah'ın huzuruna vardı ve şehadetin ikinci kısmını da söyleyerek Müslüman oldu. Kureyş'in bu ileri gelen kişisinin Müslüman olması Mekke'nin kansız fethedilebilmesinde önemli yararlar sağlayacaktır. Onun özelliği ve kişiliği kullanılarak bir şeyler yapılmalıydı.  Önce ona ordunun geçiş töreni izlettirilmeli, sonra Mekke'ye gidip halkın direnmeksizin teslim olması yönünde onun ağzından sözler işittirilmeliydi. Onun için Rasûlullah (a.s.) Abbas'a şöyle söyledi: "Git ve Ebu Süfyan'ı vadinin dar boğazındaki tepenin hâkim mevkiinde tut. Allah'ın orduları onun önünden geçsin de görsün. Ebu Süfyan Mekke'ye vardığında çatışma çıkmasını önlesin ve kimsenin zarar görmemesini temin eden adam olma övüncünü elde etsin.” Mekke’nin fethi sırasında “Kim Ebu Sufyan'ın evine girerse emniyettedir, kim Kâbe'ye sığınırsa emniyettedir, kim kendi evine kapanır oturursa emniyettedir." ilanı ona yaptırılacaktır. Böylece Kureyş’in bir reisi eliyle büyük bir direnişle karşılaşmaksızın Mekke fethedilecektir.

    Hareket zamanı gelip çatmıştır. Ordu toparlanıp, çadırlar develere yüklendikten sonra Rasûlullah (a.s.), bayrak ve sancakların getirilmesini istedi. Hepsini teker teker açtı ve seçtiği adamlara verdi. Geçit düzeni alan ordu, Ebu Süfyan'ın önünden bitmek tükenmek bilmeyen bir sel gibi akmaya başladı. Ebu Süfyan, her bölüğün kimler olduğunu soruyor, Abbas ona bilgi veriyordu. Geçenlerden bazılarının daha önce Rasûlullah'ın azılı düşmanları olmasına hayret eden Ebu Süfyan'a Abbas, bunun Allah'ın bir lütfü olduğunu hatırlatıyordu. Geçiş yapan her bölüğün tekbirleri vadinin derinliklerinde yankılanıyordu. Her geçen bölük Ebu Süfyan'ın Kureyş liderliği yanında Mekke şirkini ezip geçiyor, yiyip tüketiyordu sanki.

    Müslümanlığını ilan etmesine rağmen daha her şeyi kavrayamamış olan Ebu Süfyan şunu demekten kendini alamıyordu: "Kardeşinin oğlunun mülkü ve hükümranlığı ne kadar da büyümüş!" Bu söze Abbas (r.a.) bir uyarı yaparak: "O mülk ve saltanat değil, ilahi risalettir, peygamberliktir." diyordu.

    En son geçen bölüklerden biri de Rasûlullah'ın da içinde bulunduğu sadece muhacirlerden ve ensardan oluşan bölüktü. Baştan ayağa zırhlı ve teçhizatlı ve muhteşem görüntülüydü. Çeliklerin pırıltısı onlara gri-siyah bir görünüm veriyordu. Rasûlullah kendi sancağını keşif koluna liderlik eden Sa’d İbn Ubeyde'ye vermişti. Sa'd yolun kenarında bulunan Ebu Süfyan'a dönerek  "Ey Ebu Sufyan, bu gün ölüm günüdür. Bugün Kâbe'nin helal olduğu gündür! Bugün Kureyş'in alçaldığı gündür!" diye bağırdı. Bu olay Rasûlullah'a haber verilince Sa'd'ı görevden aldığı gibi şu karşılığı verdi: Rasûlullah (a.s) "Bugün rahmet günüdür, Allah'ın Kâbe'nin şerefini yükselttiği gündür..." Böylece seferin amacının kan dökmek değil, insanların barış ve İslam’la şeref bulmalarını sağlamak olduğunu duyurmuş oldu.

    Bütün ordunun geçişi bittikten sonra Ebu Süfyan, Abbas’ın da telkiniyle süratle Mekke’ye döndü. Mescit etrafına toplananlara bağıra bağıra şunları söyledi: "Ey Kureyşliler işte Muhammed hiç bir şekilde karşı koyamayacağınız son derece kalabalık bir asker grubuyla gelmiş bulunuyor." Bu sözle, karşı koyma istekleri kırılan Mekkeliler ne yapacaklarını ondan sordular. O da: "Kim benim evime girerse emniyettedir." dedi ve biraz durdu, sanki kurtuluşlarının kendinde olduğunu bilmelerini istiyordu. Onun evinin herkesi almayacağı hatırlatılınca; "Kim evinin kapısını kilitlerse güvenlikte olacak, kim Mescide sığınırsa güvenlikte olacak"  diyerek onların kurtuluş çarelerini gösterdi. Bununla Müslümanların şehre girdiklerinde kime nasıl davranacakları belli edilmiş oldu. Bu sözleri duyanların kimi evlerine kimi Mescide giderken kimisi de şaşkın şaşkın dolaşıp durdu. Az bir kısmı da silah kuşandı. Süheyl bin Amr, İkrime bin Ebi Cehil, Safvan bin Ümeyye gibi Kureyş reisleri asker toplamaya başlayarak Mekke'nin alt tarafında Handeme denilen yerde şehri müdafaaya hazırlandılar. Fakat Mekke'nin ümidi büyük oranda kırıldığından derin bir sessizliğe gömülmekte gecikmedi.

    İslam ordusu Zü-Tuva denilen yerde Mekke'ye giriş düzeneği aldı. Burada bineğini bir müddet durduran Rasûlullah hicret öncesi Mekke'de yaşadıklarını, hicreti ve geçen yılların acısını hatırladı. Kendisinin ve mazlum Müslümanların sekiz yıl önce hicret etmek zorunda bırakıldığı şehre muhteşem bir şekilde dönüşünü sağlayan Allah'a, bineğinin üzerinde secde iması yaptı.

    Ordunun dört koldan aynı anda şehre girecek şekilde hareket etmesini sağlayan Rasûlullah'ın kol komutanlarına son emri: "Saldırı olmadıkça kesinlikle kan dökmeyiniz ve harbe girişmeyiniz!" oldu. Bir istisna olarak daha önce Müslümanlara ve İslam'a karşı ağır suçlar işlemiş on beş kadar müşrikin cezalandırılması istendi. Bu ise adaletin bir gereği idi. Fakat bir kaç tanesi dışında affedildiler, büyük rahmetten onlar da yararlandılar, hem dünya da hem ahirette ceza bulmaktan kurtuldular.

     

    Bu yazı toplam 1262 defa okunmuştur.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
    Tüm Hakları Saklıdır © 2016 BADER Ankara | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0 312 229 54 06 - 229 55 06 | Haber Yazılımı: CM Bilişim