Adil BÜYÜKÇOLAK / Yazar

    12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
    Adil BÜYÜKÇOLAK / Yazar

    MÜŞRİKLERE SON İHTAR

    14 Mart 2018 Çarşamba 23:51

    Veda Haccı’ndan bir yıl önceki hac günleri yaklaştığında Rasûlullah, bu yıl yapılacak hac için Hz. Ebu Bekir’i hac emiri olarak görevlendirdi. Hz. Ebu Bekir, beraberinde 300 kişilik bir müslüman grup ve hacda kurban edilmek üzere götürdüğü develerle yola çıkarıldı. İhrama girilme bölgesi olan Zûl-Huleyfe’ye varan kafilenin peşinden Hz. Ali, Tevbe sûresinin müşriklerle ilgili bölümlerini, cahiliye usullerine göre hac yapmak için Mekke’ye gelen müşriklere okuması için gönderildi. Tevbe suresi müşriklere son ihtardır. Bütün savaşı müşrikliğin ortadan kaldırılmasına yönelik bir dinin, müşriklere ve onların cahiliye adetlerine ila nihaye izin vermesi düşünülemezdi. Kaldı ki buralar İslam’ın ve Tevhit’in kutsal mekânlarıdır. Ancak müşriklerle aynı ortamda karma karışık bir vaziyette ve bir arada bu ibadetin sürdürülmesinin imkânı yoktu.

    Hz. Ebu Bekir Arafat’ta bir hutbe okuyarak haccın nasıl yapılacağını öğretti.

    Müslümanların da müşrik Arapların da haclarını tamamlayıp kurban kesme yeri olan Mina’da bir araya toplandıkları bir sırada Hz. Ali, müşriklerle ilgili kararları ilan etmeye başlıyordu: “Ey halk, kâfir cennete giremez; müşrik bu yıldan sonra hac yapamaz; Beytullah (Kâbe) çıplak olarak tavaf edilemez. Her kimin Rasûlullah ile bir anlaşması varsa, anlaşma sonuna kadar geçerlidir. Halk, kendilerine tebliğ edilen günden itibaren dört aya kadar kendi diyarlarına dönebilir. Bundan sonra hiçbir müşrikle ahid ve anlaşma yapılmayacaktır.”

    Bütün bunlardan anlıyoruz ki Rasûlullah vefatından önce, kutsal beldelerden ve Arabistan Yarımadası’ndan şirkin izlerini ortadan kaldırmayı istiyordu. Kendisinin yapacağı hacda da şirk unsurlarını buralarda görmek istemiyordu. Ayrıca bu, Allah’ın emriydi.

    Hz. Ali, hem Mina’da hem de her menzilde Tevbe sûresini büyük bir heyecan ve hararetle okuyor ve tekrarlıyordu. Müşriklere ve kâfirlere bir ültimatom olan ve mü’minlere ise müşrikler karşısında nasıl bir tutum takınacaklarını bildiren bu ayetlerin mealini burada vermeyi uygun buluyoruz: ”Allah ve Rasûlü’nden, antlaşma yaptığınız müşriklere ihtardır”

    Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. Bilin ki siz, Allah’ı aciz bırakamazsınız ve Allah, kâfirleri rezil (perişan) edecektir!

    Büyük Hac günü, Allah ve Rasûlü’nden insanlara tebliğdir: Allah ve Rasûlü puta tapanlardan uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha iyidir. Ve eğer dönerseniz bilin ki siz Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz! (Ey Muhammed) kâfirleri acı bir azap ile müjdele.

    Ancak antlaşma yaptığınız müşriklerden, şartlara tam riayet eden ve (antlaşma şartlarından) hiçbir şeyi size eksik bırakmayan ve size karşı hiç kimseye arka çıkmayanların antlaşmalarını, kendilerine tanıdığınız süreye kadar tamamlayın. Çünkü Allah (azabından) korunanları sever.

    Haram ayları çıkınca (Allah’a) ortak koşanları nerede bulursanız öldürün; onları yakalayın, hapsedin ve her gözetleme yerinde otur(up) onları bekleyin. Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirlerse yollarını serbest bırakın. Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.

    Ve eğer ortak koşanlardan biri eman dileyip yanına gelmek isterse, onu yanına al ki, Allah’ın sözünü işitsin; sonra onu güven içinde bulunacağı yere ulaştır. Böyle (yap), çünkü onlar, bilmez bir topluluktur.

    Ortak koşanların, Allah’ın yanında ve Rasûlü’nün yanında nasıl antlaşması olabilir? Ancak Mescid-i Haram’da anlaştıklarınız hariç. Onlar size dürüst davrandıkça siz de onlara dürüst davranın, çünkü Allah, (günahlardan) korunanları sever.

    Evet (Allah ve Rasûlü yanında onların) nasıl (ahdi olabilir?) Eğer onlar size galip gelselerdi, sizin hakkınızda ne ant ne de antlaşma gözetmezlerdi. Ağızlarıyla sizi razı ederler, fakat kalpleri (sizi) istemez. Çokları da yoldan çıkmıştır.

    Allah’ın ayetlerini az bir paraya sattılar da (halkı) O’nun yolundan alıkoydular. Onların yaptıkları, gerçekten kötüdür!

    Bir mü’mine karşı ne ant, ne de antlaşma gözetmezler. İşte saldırganlar onlardır.

    Eğer tövbe ederler, namazı kılarlar ve zekâtı verirlerse, dinde sizin kardeşlerinizdirler. Biz, bilen bir kavme ayetleri böyle uzun uzun açıklıyoruz.

    Eğer antlaşma yaptıktan sonra antlarını bozarlar ve dininize dil uzatırlarsa, o küfür önderleriyle hemen savaşın. Çünkü onların antları yoktur; belki (böylece küfürden) vazgeçerler.

    Antlarını bozan, Rasûlü (Mekke’den) çıkarmaya yeltenen ve ilk önce kendileri (sizinle savaşa) başlamış olan bir kavimle savaşmayacak mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer gerçekten inanan insanlar iseniz, kendisinden korkmanıza en layık olan Allah’tır.

    Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onlara azap etsin, onları rezil etsin, sizi onlara üstün getirsin ve mü’minlerin göğüslerini ferahlandırsın; yüreklerinin öfkesini gidersin. Allah, dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.

    Yoksa siz, Allah içinizden cihat eden ve Allah’tan, Rasûlü’nden ve mü’minlerden başkasını kendisine sırdaş edinmeyenleri bilmeden, bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızı haber almaktadır.

    (Allah’a) ortak koşanlar, nefislerinin küfrünü göre göre Allah’ın mescitlerini onarmazlar. Onların yaptıkları, boşa çıkmıştır. Ve onlar, ateşte ebedi kalacaklardır.

    Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başka kimseden korkmayan (insan)lar onarır. İşte onlar, doğru yolu bulanlardan olabilirler. (Ey müşrikler siz), hacılara su verme ve Mescid’i Haram’ı onarma (işini yapanı); Allah’a, ahiret gününe inanan ve Allah yolunda cihat edenle bir mi tuttunuz? Bunlar, Allah yanında bir olamazlar. Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.

    İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanların, Allah katında dereceleri daha büyüktür. İşte kurtuluşa erenler onlardır.

    Rableri onlara, kendisinden bir rahmet, rıza ve içinde sürekli kalacakları nimeti bol cennetleri müjdeler.

    Orada ebedi kalacaklardır. Allah, işte büyük mükâfat O’nun yanındadır!

    Ey inananlar, eğer imana karşı küfrü seviyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları velî tanır (dost tutar)sa işte zalimler onlardır.

    De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabalarınız, kazandığınız mallar, düşmesinden korktuğunuz ticaret(iniz), hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, Rasûlü’nden ve O’nun yolunda cihat etmekten daha sevgili ise o halde Allah emrini getirinceye kadar gözetleyin (başınıza gelecekleri göreceksiniz)! Allah, yoldan çıkmış topluluğu (doğru) yola iletmez.

    Andolsun Allah size birçok yerde, Huneyn gününde de yardım etmişti. Hani (o gün) çokluğunuz sizi böbürlendirmişti. Fakat size hiçbir yarar da sağlamamamıştı. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü başınıza dar gelmişti, nihayet bozularak arkanıza dönmüştünüz.

    Sonra Allah, Rasûlü’nün ve mü’minlerin üzerine sekînetini (güven veren rahmetini) indirdi, sizin görmediğiniz askerler indirdi ve kâfirleri azaba çarptırdı (bozguna uğrattı). İşte kâfirlerin cezası budur!

    Sonra Allah, bunun ardından yine dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bağışlayan esirgeyendir.

    Ey inananlar, Allah’a ortak koşanlar pisliktir, artık bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer (onların hacca gelmemeleri sonucu iktisadi hayatınız bozulup) yoksulluğa düşmekten korkarsanız; biliniz ki Allah dilerse yakında sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah, bilendir, hikmet sahibidir.

    Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Rasûlü’nün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini din edinmeyen kimselerle, küçül(üp boyun eğ)erek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın.

    Yahudiler: “Uzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar da: “Mesih Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözleridir. (Sözlerini), önceden inkar etmiş (olan müşrik)lerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da (haktan batıla) çevriliyorlar?

    Hahamlarını ve rahiplerini Allah’tan ayrı Rabler edindiler, Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa kendilerine yalnız Tek Tanrı olan Allah’a ibadet etmeleri emredilmişti. O’ndan başka tanrı yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.

    Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasa da Allah, mutlaka nurunu tamamlamak ister, (bundan başka bir şeye razı olmaz.)

    Müşrikler hoşlanmasa da dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere Peygamber’ini hidayet ve hak dinle gönderen Allah’tır.

    Ey inananlar, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve (insanları) Allah yolundan çevirirler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda sarf etmeyenler var ya, işte onlara acı bir azabı müjdele!

    O gün cehennem ateşinde bunların üzeri ısıtılıp pullanır; bunlarla, onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır: “İşte nefisleriniz için yığdıklarınız, yığdıklarınızı tadın!” (denir).

    Gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre Allah’ın katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram (ay)lardır. İşte doğru din budur. O aylar içinde (konulmuş yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin ve (Allah’a) ortak koşanlar nasıl sizinle topyekun savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekun savaşın ve bilin ki Allah (günahlardan) korunanlarla beraberdir.” (Tevbe/Berae; 1-36).

    Tevbe suresinin başında besmele yoktur. Besmeledeki Rahman ve Rahim sıfatları herkese eman ve güvence verdiği için burada söylenmemiştir. Çünkü bu süre, müşriklere ültimatom vererek onların güvencesinin ortadan kaldırıldığını bildirmektedir. Ayrıca Yahudi ve Hıristiyanların sapmalarını ifade edip onları ya doğru yola gelmelerini veya İslam hükümranlığını kabul etmelerini ve Mü’minlerin de Allah’a savaş açanlarla mücadele etmesi gerektiğini bildirerek Allah’ın rahmetinin ve güvencesinin aranmasını istemektedir.

    Sûrede her şey açıkça ifade edildiği için artık herkes seçimini netleştirmek durumundadır. Arabistan halkının çoğu kararını vererek müslümanlığı seçiyor ve Medine’ye heyetler yolluyorlardı. Fakat bununla işler tamamlanmıyor, işin başka bir yönü ortaya çıkıyordu.

    Hicretin 9. ve 10. yıllarında bir taraftan Medine’ye gelen heyet akımı sürerken diğer taraftan da Rasûlullah,  bu heyetlerle birlikte veya onların arkasından İslam esaslarını öğretmeleri ve uygulamaları için etrafa elçiler gönderiyordu. İslam’ın esas ve hükümlerini öğretme ve uygulama programı sayılabilecek bu konu üzerinde hassasiyet gösteriyordu. Çünkü her ne kadar müslüman olduklarını ilan etseler de, bedevî kabilelerin çoğu tam bir mü’min özelliği kazanmamışlardı. “Bedevîler ‘inandık’ dediler. De ki: siz iman etmediniz ama “İslam (müslüman) olduk.” deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez.” (Hucurat 14) ayeti müslüman olduğunu söyleyenlerden bazılarının tam bir imana sahip olmayabilecekleri uyarısında bulunmaktadır. Çünkü iman, yalnız dil ile ikrardan ibaret değildir, yürekten gelen bir sevgi, güven ve kesin bir tasdiktir. Göstergesi ise Allah’a ve Rasûlü’ne itaattir: “Gerçek mü’minler ancak Allah’a ve Rasûlü’ne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.” (Hucurat 15) buyuran Allah, mü’minde görmek istediği vasıfları bize haber vermektedir. Allah’a, Rasûlü’ne isyan içinde bulunup dururken, kalpte şüphe varken, hiçbir zorluğa katlanamazken ve hiçbir fedakârlıkta bulunmazken gerçek mü’minler olduğumuzu nasıl söyleyebiliriz ki: “Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Hucurat 16).

    Allah insanları durumlarına ve davranışlarına göre ahirette derecelendireceğini ifade etmektedir: “Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp toz duman haline geldiği zaman siz de üç sınıf olursunuz. İyi işler işlediklerini belirtmek için, amel defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara. Kötülük işlediklerini belirtmek üzere, amel defterleri soldan verilenler; ne yazık solculara. İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır. Naîm cennetlerinde Allah’a en çok yaklaştırılmış olanlar işte bunlardır.” (Vakıa 4-12).

    İnsanlar ahirette, inandıkları ve yaptıklarına göre derece ve üstünlük bakımından ve yaptıklarına göre birbirinden farklı dereceler elde edeceklerdir: “Ahireti isteyip, inanmış olarak onun için gerekli çalışmada bulunan kimselerin, işte onların çalışmaları şükre değer. Onların ve bunların her birine Rabbinin nimetinden ulaştırırız. Esasen Rabbi’nin nimeti kimseye yasak edilmiş değildir. Onları birbirlerinden nasıl üstün kıldığımıza bir bak! Doğrusu ahirette daha büyük dereceler ve daha büyük üstünlükler vardır.” (İsra 19-21) ayetleri her insanın çalışmasına karşılık dereceler bulunduğunu, yüksek dereceler elde etmek isteyenlerin buna göre hareket etmesi gerektiğini haber vermektedir. Buna ise Allah’ın emir ve yasakları hususunda eksiksiz bilgi, iman ve salih amellerle ulaşılabilir: “İnanıp yararlı iş işleyenler, işte onlar yaratıkların en iyileridirler. Onların Rableri katındaki ödülü, içinde temelli kalacakları altlarından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Allah onlardan razıdır. Onlar da Allah’tan razıdırlar. Bu Rabbinden korkan kimse içindir.” (Beyyine 7). “Yalnız, inanıp yararlı iş işleyenlere; onlara kesintisiz ecir vardır.” (İnşikak 25, Tin 6). Yalnız inandım demekle iş bitmez, bilakis yeni başlar. İnananlar imanlarının gereklerini ve esaslarını öğrenmek, öğretmek ve uygulamak zorundadırlar.

    İslam’ın inanç ve ibaret esaslarıyla birlikte iyice öğretilmesi ve uygulanması gerektiği için Rasûlullah (s.a.v.), Halid b. Velid’i Necran’a, Hz. Ali’yi, Ebu Musa El-Eş’ari’yi ve Muaz İbn Cebel’i Yemen tarafında çeşitli kesimlere gönderdi.

    Rasûlullah, Ensar’dan Ziyad b. Lebîd’i Hadramut’a, Adiy b. Hatim et-Tâi’yi Tayy ve Esed oğullarına, Malik b. Nuveyre’yi Hanzala oğullarına, Ez-Zibrekan b. Bedr ile Kay b. Âsım’ı Sad b. Zeyd Menat b. Temîmlilere, El-Alâ’ b. el-Hadramî’yi Bahreyn’e zekatlarını toplamak ve İslam’ın esaslarını öğretmek üzere bizzat görevlendirdi. Onlara verdiği direktifler ve nasıl bir metot takip edecekleri hususu bugünün davetçileri için de büyük öneme haizdir: “Kolaylaştırın, güçleştirmeyin, müjdeleyin nefret ettirmeyin, hizmet edin.”

    Etrafa gönderilenler, halkın davalarına bakıyor, İslam’ı öğretiyor ve zekât işlerini tanzim ediyorlardı. Yemen’e tayin edilen Muaz İbn Cebel’e Rasûlullah’ın verdiği talimat dikkate şayan olduğu için burada nakletmeyi faydalı görüyoruz: “Ey Muaz, sen Ehl-i Kitap’tan bir kavimle karşılaşacaksın, onları Allah’tan başka tanrı olmadığına, benim de Allah’ın Rasûlü olduğumu kabule çağır. Eğer kabul ederlerse, o zaman Allah’ın günde beş vakit namazı emrettiğini anlat. Bunu da kabul ederlerse, zenginlerinden alınarak fakirlerine verilmek üzere Allah’ın zekat ve sadakayı emrettiğini bildir. Bunu da kabul ederlerse, o zaman artık onlara iyi davran, hoş muamele et. Çünkü mazlumun âhı ile Allah arasında hiçbir perde yoktur.” diye tavsiyelerde bulunan Rasûlullah, Muaz’a İslamî uygulamaların ana ilkelerini vaz eden sorular sormaya başladı:

    — Ne ile hüküm vereceksin?

    — Allah’ın kitabıyla.

    — Kitap’ta bulamadığın hususlarda?

    — Allah’ın Rasûlü’nün sünnetine göre.

    — Ya onda da bulamazsan?

    — İçtihat ederim, akıl ve muhakememe göre hallederim.

    Muaz’ın bu cevapları üzerine Rasûlullah:

    “Allah’a çok şükür ki, Peygamber’in elçisini, Peygamber’inin razı olduğu şeye muvaffak kıldı.” diyerek memnuniyetini bildirdi.

    Bütün bu rivayetlerden çıkarmamız gereken önemli derslerden bazıları şunlardır: İslam’ı tebliğ edip öğretme ve benimsetmenin, her yer ve zamanda bütün Müslümanların üzerine farz olduğunu bilmemiz lazımdır. İslam, sadece dil ile söylenip geçilen ve bazı kolay yönleri ifa edilen bir din değil, inancı derin sevgiye ve bağlılığa dayalı olan ve bu inanca göre yapılan salih amelleri içine alan bir dindir. İnancımızın somut karşılığının, iyi ve samimi davranışlarımız olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.

    İnsanların işlerini kolaylaştırmanın, zorlaştırıp nefret ettirmekten iyi olduğunu bilmek gerekir. Tabi ki bu kolaylaştırma dinden taviz vermek şeklinde algılanmamalıdır. Kolaylaştırma dinden olmayan mükellefiyetlerde ve dinin kolaylık gösterdiği noktalarda olmalıdır. Meşru olan çareleri insanlara öğretmek kolaylıkken, halkın elindeki malları haksız yere almak ve helalı haram sayarak insanların hayatını zorlaştırmak onların nefretini çekmektir. Müslüman davranışlarıyla kimseye zulmetmemelidir ve şunu iyi bilmelidir ki mazlumun duası ile Allah arasında perde yoktur, yani onun duası kabul edilmektedir.

    Rasûlullah zamanında onun görevlendirdiği görevliler hiç kimseye zarar vermemişlerdir. Çünkü onlar Rasûlullah’tan öyle telkin ve tavsiyeler almışlardı. Bunun böyle olduğunu daha sonra meydana gelen şu olay bize göstermektedir: “Hişam b. Hakim, Suriye Nebatilerinden bir kaç kişinin güneş altında tutulduklarını gördüğünde bunun sebebini sormuş, bunların cizye vermedikleri için bu muameleye tabi tutulduklarını öğrenince: “Rasûlullah’ın ‘Dünya’da insanları azaba uğratanları, Allah azaba uğratır.” dediğini söyleyerek olaya tepki göstermiştir.

    Karşılaşılan meselelere çözümler ararken şunlara dikkat edilmelidir: Konuya Kur’an’da çözüm arayarak başlanmalı, ondan sonra Rasûlullah’ın sünnetine bakılmalıdır. Daha sonra ise samimi müslüman kimliği ile konu hakkında görüşler ileri süren âlimlerin görüşleri alınmalıdır: “Ey inananlar! Allah’a itaat edin, Peygamber’e ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz, Allah’a ve elçisine götürün, en iyisi budur ve sonuç bakımından en güzel olan budur.” (Nisa 59) ayetinden de anlaşılacağı üzere müslümanlar karşılaştıkları meseleleri öncelikle Allah ve Rasûlü’nün gösterdiği biçimde çözmeye çalışmalıdırlar. Aksi halde işleri boşa gidecektir: “Ey inananlar Allah’a itaat edin, Elçiye itaat edin; işlerinizi boşa çıkarmayın.” (Muhammed 33). “Allah ve Peygamber’i bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde (başka yolu) seçmek yaraşmaz. Kim Allah’a ve Peygamber’e baş kaldırırsa, şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur.” (Ahzab 36) ayetleri Allah ve Rasûlü’nün hükümlerini dikkate almadan yapılacak işlerin geçersizliğini bize haber verir.

    Kur’an’ı yol gösterici, Rasûlullah’ı rehber kabul etmeden yaşanan bir hayatın sonunda hüsran vardır, azap vardır: “Allah’a karşı yalan uydurmak için dillerinizin yalan yere nitelemesiyle: ‘Şu helaldir, bu haramdır’ demeyin”! Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.” (Nahl 116) ayeti Kur’an’a dayanmayanların akıbetlerini haber vermektedir.

    Müslümanların verdikleri hükümler Allah’ın kitabına Rasûlü’nün sünnetine aykırı olamaz. Fakat Kur’an’da ve sünnette açıkça ifade edilmeyen konularda içtihatta bulunmaları da bir zarurettir. Zaten müslümanlar iyiliği emreder kötülükten sakındırırlar: “Onları orada iktidar sahibi kılsak, namazı kılarlar, zekât verirler, uygun olanı emrederler ve fenalığı yasaklarlar, işlerin sonucu Allah’a aittir.” (Hacc 41) ayetinde Allah, Müslümanların inancına ve verecekleri hükümlere güvenmektedir. Müslümanlar, Allah’ı ve Rasûlü’nü göz ardı ederek işlerini yürütmezler. Müslümanın en önemli özelliği, hayatını Allah’ın emirlerine ve yasaklarına, Rasûlullah’ın sünnetine göre düzenlemeye özen gösteren kimse olmasıdır.

     

    Bu yazı toplam 1552 defa okunmuştur.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
    Tüm Hakları Saklıdır © 2016 BADER Ankara | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0 312 229 54 06 - 229 55 06 | Haber Yazılımı: CM Bilişim