Adil BÜYÜKÇOLAK / Yazar

    12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
    Adil BÜYÜKÇOLAK / Yazar

    MUTE'DEN MEKKE'NİN FETHİNE

    24 Temmuz 2017 Pazartesi 16:17

    Mûte'de kendilerinden kat kat fazla ve donanımlı bir orduyla karşılaşan Müslümanlar, Halid b. Velid komutasında başarılı bir geri çekilmeyle Medine'ye döndüklerinde, başta Medineli Müslümanlar olmak üzere herkes onları savaş kaçkını saydılar. Bu geri çekilme, kuzeydeki Arap kabilelerine de yeni İslam Devletine karşı koyma cesareti vermişti. Fakat Rasûlullah askeri başarısızlık gibi görünen bir olayın ardından düşmanların ve muhaliflerin art niyetlerini bertaraf edecek tedbirleri her zaman alıyordu. Bu olayda da niyeti kötü olanlara karşı tedbirini almakta, Müslümanlara moral, düşmanlarına gözdağı vermekte gecikmedi. Olayın olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak için, aldığı istihbarata göre hemen harekete geçti.

    Alınana haberlere göre Cemâziye'l ahir ayında Kudâa taifelerinden Beli ve Uzre kabileleri Medine hayvanlarını yağma etmek üzere toplanmışlardı. Rasûlullah, bunların üzerine 300 iyi savaşçıdan oluşan, Amr b. As komutasındaki bir birliği yolladı. Amr yeni Müslüman olmasına rağmen içinde Said b. Zeyd, Sa'd b. Ebi Vakkas, Sa'd b. Ubade gibi ensar ve muhacirlerin ileri gelenlerinin bulunduğu bir orduya komutan olmuştu. Rasûlullah'ın Amr'ı komutan seçmesinin sebepleri arasında onun iyi bir komutan olması yanında, annesinin Belî kabilesinden olması da sayılabilir. Çünkü böyle bir akrabalığın kullanılmasıyla daha iyi sonuç alınabilir ve umulmadık müttefikler kazanılabilirdi.

    Amr çok tedbirli bir komutandı. Ordusuna gece yolculuk yaptırıyor ve gizli yerlerde kamplar kurarak dikkat çekmeksizin ilerlemeyi sağlıyordu. Nihayet Selasil suyunun kenarına varılınca ve düşmanın çokluğu haber alınınca, bu kadar askerle onlarla savaşmanın doğru olmayacağını düşünerek Medine'den yardım istemek üzere Cüheyne kabilesinden Rafî b. Mekisa'i Rasûlullah'a gönderdi. Rasûlullah da Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı iki yüz askerle yardıma gönderdi. Ebu Bekir ve Ömer gibi ashabına ileri gelenlerinin de bulunduğu yardım birliğine Rasûlullah'ın son mesajı: "İhtilaf etmeyiniz ve birlikte hareket ediniz" di.

    Ebu Ubeyde, Amr'ın yanına varıp komutan olmak isteyince, Amr: "Sen bana yardıma geldin, asıl komutan benim" dedi.

    İslam ahlakıyla yoğrulmuş olan Ebu Ubeyde: "Ey Amr! Hemen hiddetlenme. Rasûlullah, ihtilaf etmeyiniz diye buyurmuştu. Sen bana tabi olmazsan ben sana tabi olurum" dedi. Rasûlullah olayı böylece işitince Ebu Ubeyde'ye rahmet diledi.

    Birliği sağlamak için bazı feragatlerde bulunmanın İslam ahlakının bir parçası olduğunu bu olay bize göstermiştir. Bir işte emir sahibine itaat, işin başarısı için gereklidir. Birlik de ancak böyle sağlanır. Birlikte dirlik ve rahmet, ihtilafta zahmet ve helak vardır. Yeni Müslüman olmuş birinin özellikleri göz önüne alınarak ve strateji gereği komutan tayin edilmesinde de alınacak dersler vardır. Liyakat ve başarılı olma durumu Müslümanlıktaki kıdemden önce geliyor. Onun için ashabın ileri gelenleri bu seferde Amr'ın idaresi altına girmekte beis görmemişler, verilen emirleri yerine getirmişlerdir.

    Yardıma gelen birlikle birlikte beş yüzü bulan orduya komutan olan Amr b. As Müslümanlara imam olup namaz kıldırdı. Düşmana yaklaştıklarında savaş için gerekli bütün tedbirleri şiddetle ve süratle aldı. Hatta hava gayet soğuk olmasına rağmen gece ateş yakılması yasakladı ve: "Her kim ateş yakarsa onu yaktığı ateşe atarım" diye tehdit etti. Askerler soğuktan Ebu Bekir ve Ömer'e sızlandılar. Hz. Ömer: "Bu nasıl şey? Herkesi soğuktan kıracak mı?" diyerek Amr4ın emrinin anlamsızlığını vurgulamaya çalışınca da Amr: "Ey Ömer! Sen bana itaatle memur değil misin? Benim işime karışma" karşılığını verdi. Hz. Ebu Bekir de: "Ey Ömer! İlişme. Rasûlullah onu harp fennine vakıf olduğundan dolayı komutan tayin etti. Mademki bu saatte komutandır, onun işine karışmak caiz değildir" deyince Hz. Ömer sustu ve komutanın işine karışmadı.

    Ateş yakılmış olsaydı, düşmanın Müslümanların miktarının az olduğunu öğrenip direniş göstereceği bir gerçekti. Amr planını kimseye söylemeyip sabah erkenden düşman üzerine ansızın hücum etti. Düşmanlar ise Müslümanların miktarını bilmediklerinden çabucak bozuldular ve pek çok hayvan ve ganimet bırakıp kaçtılar. Bu galibiyet dost ve müttefiklere moral oldu ve gizli dostları ortaya çıkardı. Düşmanlar ise bir daha geri dönülmez bir kaçışla bütün araziyi terk ettiler. Düşman arazisinde ilerledikçe bütün ahalinin kaçmış olduğu görüldü. Arazilerinin sonuna varıldığında bir gruba rastlandı, savaşarak onları da kaçırtan Müslümanlar ganimet olarak hayvan sürülerini toplayarak Medine'nin yolunu tuttular.

    Amr, bu seferle Suriye sınırına dayanan İslam etkisini tekrar kurduğunu belirten bir mektubu Rasûlullah'a önden gönderdi. Bu etki Medine vahasının her tarafındaki kabileleri içine alıyordu. Bu son seferle birlikte bir defa daha dostlara güven, düşmana korku verilmiş oldu. Herkesin hesabını buna göre yapması gerektiği ortaya kondu.

    Dini, askeri ve politik güç birleştiğinde etki daha fazla olmaktaydı. İslam'ın getirdiği öğreti ile belirlenen askeri ve politik güç ve istikrarın etkisi bir çığ gibi büyümekteydi.

    Medine'ye gelindiğinde askerler Rasûlullah'a Amr üç şeyden dolayı şikâyet ettiler. Birincisi, dönüş sırasında su varken gusül ettirmeyerek teyemmümle namaz kıldırması. İkincisi, soğuk olduğu halde ateş yaktırmaması. Üçüncüsü, galip gelmişken sonuna kadar düşmanı takip ettirmemesidir.

    Amr, bu şikâyetlere cevabında, hava gayet soğuk olduğundan su ile gusül etseler hasta olacakları; ikinci olarak ateş yaktırmamasına sebebin düşmanın kendi sayılarını öğrenmemesi için olduğunu; üçüncü olarak düşmanı takip etmemesinin sebebini ise onlara yardım gelmesi düşüncesine dayandığını söyledi. Rasûlullah da bu cevapları tasvip buyurarak Amr'ın hareketinin doğruluğu ortaya çıktı.

    İleri gelen bütün sahabenin emri altında olduğu bir seferden zafer ve ganimetle dönen, büyük sevinçle karşılanan Amr'ın sevincine ve memnuniyetine diyecek yoktu. Amr öyle bir havaya girdi ki, komutan olarak seçilmesini ve bu kritik seferi başarıya dönüştürmesini, kendisinin Rasûlullah nazarında herkesten daha sevgili olduğu intibahına kapıldı. Bu intibaından olacak ki Rasûlullah'a: "En çok sevdiğin kimdir" diye sordu. Rasûlullah da: "Aişe'dir." diye cevap verdi. "Erkeklerden kimdir?" diye sorunca da: "Ebu Bekir" cevabını aldı. Bu sefer: "Ya ondan sonra? diye sordu. O da "Ömer'i severim" dedi. Amr, ondan sonra kimi seversin diye sordukça Rasûlullah başka sahabenin ismini söylemeye devam edince Amr: "Hepsinden sonraya kalırım diye korkumdan susmaya mecbur oldum:" demiştir.

    Amr bu olaydan çok etkilenmiş olacak ki vefatına yakın hasta yatağında yatarken eski hatalarından ve yaptığı bazı şeylerden pişmanlığını dile getirirken, Rasûlullah'ın kendisine fazla muhabbet göstermeyişinin içinde ukde olarak kaldığını da belirtmiştir.

    Rasûlullah Amr'ın kişiliğini iyi tanımış, onun pişman olduğu hataları yapabileceğini önceden kestirmiş olmalı ki birçok meziyetini övdüğü Amr'a sevgisini açık etmeyerek onun ilerde yapacağı hataları bu sevgiden dolayı meşru görmesine engel olmuştur. Vefat ederken de hatalarına pişman olmaya sevk eden bir sebep oluşturmasını sağlamıştır denebilir.

    Rasûlullah (s.a.v) güvenliğe çok önem verdiğinden stratejisini buna göre geliştiriyordu. Bu yüzden etrafa seriyyeler göndererek hem güvenliği hem de istihbaratı sağlıyordu. Amr b. As seriyyesiyle kuzeyde Şam sınırına kadar olan bölgeyi kontrol altına alıp güvenlikli bir duruma getirince, olayların da verdiği yön itibariyle güneye, yani Mekke'ye yönelmek kaçınılmaz olacaktı.

    Bu seriyyeden sonra Ebu Ubeyde b. Cerrah idaresinde üç yüz kişilik suvara birliğini deniz tarafının kontrolü için görevlendirdi. Ebu Katade b. Rebi de Necid bölgesine gönderildi.

    Bu arada Mekke'de Hudeybiye antlaşması hilafına hareket edildiği haberleri gelmeye başladı. Hudeybiye antlaşmasına göre Huzza kabilesi Müslümanların ahd ve emanını almış ve müttefik olmuşlardı. Beni Bekr de Kureyş tarafında yer almıştı. Bu iki kabile arasında öteden beri düşmanlık olduğundan birçok kere çarpışmışlardı. Şaban ayında Benî Bekr'in düşmanlığı nüksetti, Vetir denilen suyun üzerinde Huzaa'ya baskın yaptılar. Kureyş de onlara yardım etti. Huzaa'dan birçok kişiyi öldürdüler.

    Beni Huzaa'dan Amr b. Salim bir heyetle gelip olan biteni Rasûlullah'a haber verip anlaşmaları gereği yardım istedi. Rasûlullah da yardım söz verdi. Bundan sonra da bu yardım ve sonucunda elde edilecek fethin hazırlıklarına başlandı.

    Ramazan ayında Ebu Katade b. Rebi komutasında bir birliği Medine'den üç konak mesafede bulunan Batn-ı İdem denilen yere gönderen Rasûlullah, bu seferi Mekke üzerine yürüme fikrini gizlemek ve dikkatleri başka yöne çekmekte kullanmıştır. Bunda başarılı olan Müslümanlar sürpriz yaparak Kureyşi hazırlıksız yakalamayı da başarmışlardır. Mekke seferini çok gizli tutan Allah Rasûlü büyük bir göçle Mekke'yi kansız teslim almayı hedefliyordu. Bu seriyye Medine'ye dönerken, Rasûlullah'ın Mekke yönüne hareket ettiğini öğrenince, yollarını değiştirerek Sukya'da onlara katıldılar.

    Mekke'nin fethi aşamasına kolay gelinmedi. Müslümanlar önce sadece korku ve baskıdan uzak olarak serbestçe inançlarının gereklerini yerine getirebileceklerini bir yerde yaşamak istediler. Bu nedenle sadece bu gaye ile evlerini, mallarını, mülklerini, yakınlarını kısaca her şeylerini bırakıp hicret ettiler. Fakat tevhit düşmanları onların gittikleri yerlerde de rahat, huzur ve barış içinde yaşamalarına müsaade etmiyorlardı. Birçok kere üzerlerine saldırıldı. Sürekli sıcak ve soğuk savaş sürdürüldü. O yüzden Müslümanlar, kendilerine karşı sürdürülen düşman faaliyetlerini dikkatle izlediler, karşı tedbirler almak için çok etkili istihbarat ve gözleme sistemi oluşturdular. Bu kadar çok gazve (Rasûlullah'ın katıldığı seferler) ve seriyye (Rasûlullah'ın katılmadığı seferler) düzenlenmesinin temelinde yatan neden bu olmalıdır. Böyle bir hareket sistemi kurmak Müslümanları boynu bükük çıktıkları yere muzaffer olarak dönmelerini sağlamıştır.

    Yapılan seriyyelerin on dokuzu, yirmi veya daha az kişiden meydana geliyordu veya daha az kişiden meydana geliyordu ve genelde istihbarat ve gözetleme ile görevliydi. On iki seriyye, 20 ile 60 kişiden oluşmuş ve keşif yapma, yağma, soygun vb. olayları engellemeye, barış ve düzeni tesis etmekle vazifelendirilmişti. Bir diğer seriyye ve gazve şekli 60 ila 200 kişiden oluşan, muharebe birlikleriydi. Bunlar her türlü düşmanın fesadının önlenmesi, Medine etrafında dolanan düşmanın kontrol edilmesiyle görevliydi. Dördüncü tip seriyye ve gazveler 200 ile 500 kişiden oluşuyordu. Bunlar da Kureyş'in ve müttefiklerinin Medine'ye karşı düşmanca faaliyetlerini gerekirse kuvvet kullanarak önlemeye yönelikti.

    Mekke'nin fethine yönelik sefer ise, o güne kadar Müslümanların toplayamadığı bir büyüklüğe ulaştırıldı. On bin kişiye varan ordu, büyüklüğü ile Mekke'yi kan dökmeden teslim alabildi. Zaten Müslümanlar her seferde, neler yapılırsa daha az kan dökülürü hep hesap etmişlerdir. Düşmanın fazla direnmeden teslim olmasını sağlamaya yönelik taktik uygulamaktan geri durmamışlardır.

     

    Bu yazı toplam 1118 defa okunmuştur.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
    Tüm Hakları Saklıdır © 2016 BADER Ankara | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0 312 229 54 06 - 229 55 06 | Haber Yazılımı: CM Bilişim