




Prof. Dr. Hasan AYRANCI(BAŞKANLIK SİSTEMİNİN KURULMASI VE PARLAMENTER HÜKÜMET SİSTEMİNİN TASFİYESİ II)
BAŞKANLIK SİSTEMİNİN KURULMASI VE PARLAMENTER HÜKÜMET SİSTEMİNİN TASFİYESİ II
Ak Partinin Davutoğlu sonrası yeniden güçlü şekilde gündemine gelen başkanlık sistemi talebi, eskiden bu yana siyasilerin hemen her çeşidinin talep ettiği bir hükümet sistemidir. Bu hükümet sistemini, iktidara gelme ihtimali olmayan klasik muhalefet pozisyonunda bulunanlar dışındaki tüm liderler yararlı ve vazgeçilmez görmüşlerdir.
Ancak, hükümet sistemleri üzerinde konuşulurken iş başkanlık modeline geldiğinde büyük arbede çıkmaktadır. Nereden çıkıyor bu tartışma? 18. Yüzyılda yaşayan ve Kanunların Ruhu kitabını yazan Montesquieu’dan beri kuvvetler ayrılığı benimsenmiş. Asıl amaç yasama ve yürütmenin yani millet meclisi ile hükümetin ayrı güçler elinde olması ve bunların birleşmemesi. Korkulan şey, bu ikisinin bir kuvvet haline gelmesi halinde monarşizmin ve buna bağlı olarak despotizmin meydana gelmesi. Krallık dönemi bile olsa, deniyor ki kanunu parlamento yapsın, kral uygulasın.
Başkanlık sisteminin bu ilkeyi bozacağından endişe eden bir gurup var. Onlar parlamenter sistemin devam etmesini istiyorlar. Oysa, günümüzde parlamenter sistemde güçler ayrılığı kalmamış durumda. Yürütme sistem gereği yasamayı kısa zamanda ele geçiriyor. O halde günümüzde güçler ayrılığından kasıt yargı erkinin başka bir güç tarafından kullanılması haline gelmiş.
Amaç, vatandaşın mutlu ve huzurlu yaşaması, despotizme maruz kalmaması, maddi ve manevi varlığını geliştirebilmesidir. Bunun için öngörülen müesseseler, demokrasi ve kuvvetler ayrılığıdır. Bu iki önemli yapı, çeşitli hükümet sistemleri ile sağlanabilmektedir. Başkanlık sistemi de bu unsurlara dayanan bir hükümet sistemidir.
“Başkanlık sistemi ile önceden öngörülen vesayet mekanizmaları ortadan kalkmaktadır. 1982 Anayasası ve 1961 Anayasasında güçlü bir vesayet sistemi öngörülmüştü. Şimdi bunların son izlerinin kaldırılması düşünülmektedir.
Önemli avantajları bulunan bir sistem bu. Ancak, Anayasa değişikliği gerektiriyor.
Bir kere otuz yıldır anayasa ile uğraşıyoruz. Yirmi yedi kez değiştirildi. Hala sorun bitmedi. Çünkü bu bir darbe anayasasıydı ve asker aklı ile kaleme alınmıştı. Sonradan yapılan değişikliklerle kapının, pencerenin büyütülmesi, bir odanın salona katılması, binanın oturduğu alanı, çatı yüksekliğini ve manzarasını değiştirmiyor çünkü.
Cumhurbaşkanlığı 1982 Anayasası ile çok güçlü yetkilerle donatılmıştır. Devletin bütün kritik atamalarını Cumhurbaşkanı yapmaktadır. Hükümet kurma yetkisini milletvekillerinden istediğine o vermektedir. Bakanlar kurulunu onaylamaktadır. Bu, Cumhurbaşkanının istemediği kişinin ne başbakan ne de bakan olabileceğini göstermektedir. Daha pek çok yetkisi bulunmaktadır. Bakanlar Kurulunu kendisinin başkanlığında toplayıp karar alabilmektedir. Milli Güvenlik Kurumunun zaten başkanıdır. Neredeyse bütün önemli kurumların başkanını ve üyelerini atamaktadır.
1982 Anayasasının kurduğu bu sistemin yarı başkanlık sistemi getirip getirmediği tartışılmış, ancak son kertede rasyonelleşmiş parlamenter sistem olarak nitelendirilmiştir. Ancak bu farklı bir parlamenter sistemdir; çünkü cumhurbaşkanı diğer parlamenter sistemlerde bu ölçüde yetkili olamamaktadır.
Bu yetmezmiş gibi 1997 yılında Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin Anayasa değişikliği yapılmıştır. Böylece zaten çok yetkili olan cumhurbaşkanı, halk tarafından seçilmeye başlanmıştır.
Parlamenter sistemin sonunun başlangıcı işte buradadır. Zira, halk tarafından seçilmiş, bu ölçüde yetkileri haiz bir cumhurbaşkanının, artık kim olursa olsun sıradan bir onay makamı olması mümkün değildir. Hem seçilmiştir, hem de çok yetkilidir. Seçilmesinde yüzde elliden fazla oy alması zorunluluğu, bu oranın çok altında oy alarak iktidara gelecek partinin siyasi meşruiyetine göre çok daha yüksek olacaktır.
Demek ki cumhurbaşkanı seçimi ile milletvekili genel seçimi rejimi de cumhurbaşkanını önceleyecek, etkinliğini oldukça artıracak bir şekilde düzenlenmiştir. Siyasi refleksler bunu gerektirmektedir.
Siyaset, bir güç kullanma sanatıdır. Halkı temsil söz konusu olduğundan sınırları zorlar ve çatışmalarla yürür. Çünkü, temsilin hakkı verilmeli ve bu görevin yerine getirilip getirilmediğinin hesabı kısa süre sonra yapılacak seçimlerde verilmelidir.
O zaman her şey eskisi gibi kalsın demek mümkün değildir artık. Ya geri gideceksiniz. Yani cumhurbaşkanının yetkilerini sınırlayacaksınız; cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin anayasa hükmünü kaldıracaksınız. Böylece cumhurbaşkanını eskisi gibi milletvekilleri seçecek. Ya da işin tabiatı gereği günümüze kadar meydana gelen çizgiyi devam ettireceksiniz. Bunun makulü bu çizgiyi tamamlamak ve başkanlık sistemine geçmektir. Zira, ok yaydan çıkmış, başkanlık sistemine geçmek için her şart gerçekleşmiştir.
Sorun kişisel değildir. Bundan sonra kim cumhurbaşkanı olsa ve kim başbakan olsa aynı sorunlar yaşanacaktır. Halkı temsilden kaynaklanan meşruiyet çatışmaları kendini dayatacaktır.
Bundan sonra yapılması gereken şey bu başkanlık sisteminin sağlıklı işlemesine ilişkin düzenlemeler üzerine kafa yormaktır. Hangi tür bir denge ve fren sistemi milletin menfaatine olacaktır; devletin bu sistem üzerinden ceberrutlaşması nasıl engellenebilecektir konuları tartışılmalıdır.
Diğer yandan, parlamenter sisteme bakıldığında onun bir güvensizlik sistemi olduğu, denge sağlanmaya çalışılırken önemli fırsatlar kaçırma temayülü içerdiği görülmektedir. Buna karşılık, başkanlık sistemi güçlü liderliğin sağlanmasını tesadüfe bağlamış değildir. Başkan istese de istemese de güçlü liderliği temsil etmek zorundadır. Bu, “post oldurur” ilkesi mucibince adayları ve seçimi kazanan başkanları güçlü ve kararlı olma haline getirecektir.
Böylece hiçbir ülkenin istemeyeceği koalisyonlar çağı bitecektir. Koalisyon, ununu eleyip duvara asan bazı devletler için ideal bir yönetim sistemi olabilir. Ancak coğrafyamız sancılı bir bölgededir; jeostratejik önemi çok büyüktür. İki kıtanın bağlandığı yerdedir. Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan İstanbul ve Çanakkale Boğazları kendisindedir. Rusya gibi büyük bir devletin güneyindedir. Müslüman Arap ülkeleriyle sınırı bulunmaktadır. Büyük devletler kurmuş, imparatorluklar meydana getirmiştir. İslam Halifeliğini dört yüz sene barındırmıştır. Enerji nakil hatları üzerinde bulunmaktadır. Akdeniz’e hâkim konumdadır. Bunların hepsi hem bir kazanç hem bir risk faktörü olarak ortaya çıkmaktadır.
1980 yılı öncesinde on yılda 12 hükümet kurulmuştur. Koalisyonlar, bazen sevimli görünse de uygulamada iyi sonuçlar vermemektedir. Örneğin 2002 yılına kadar ülkenin kalkınma hızı eksi yüzde dokuz olmuştur. Koalisyon, iktidarın paylaşımı anlamına geldiğinden bakanlık sayısı tek başına iktidar zamanlarına göre yüzde ellinin üzerinde artabilmektedir. Burada 2001 yılında 36 adet olan bakan sayısının 2002 de 23’e düşürüldüğünü hatırlamak gerekir. Koalisyon günlük icraatlar yapabilmekte, yatırım planları, her koalisyon ortağının bir sonraki seçimlerdeki hedeflerine göre belirlenmektedir. Siyasi sorumluluk açısından isabetli veya kötü bir icraatın kimin tarafından yapıldığı belirsiz olmaktadır.
Koalisyonun olmadığı zamanlarda parlamenter sistemde yasama organı yürütmenin kontrolü altına girmektedir. TBMM de çıkarılan kanunlara bakıldığında bunların büyük çoğunluğunun bakanlar kurulu tarafından gündeme getirilen “kanun tasarısı” şeklinde olduğu görülmektedir. O halde parlamenter sistemde yasama organının yani meclisin kendi alanına sahip olduğu tek ihtimal koalisyon dönemleridir. Bu ise açıklandığı üzere en son tercihimiz olacaktır.
Parlamenter demokraside seçim sistemleri milletvekillerinin kimliğini önemsiz hale getirmektedir. Hangi şahsın milletvekili olduğunun bir önemi kalmamaktadır. Zira, işin mahiyeti icabı sıkı bir parti disiplini var. Milletvekili istediği gibi görüş beyan edememekte, oy kullanamamaktadır. Hazırlanmış şablonlar içinde sadece temsili demokrasi unsurunu yerine getirmektedir. Yani meşruiyeti sağlamaktadır. Bu ise parlamenter sistemle öngörülen milletvekili tipine aykırı bir oluşuma yol açmaktadır.
Türkiye’nin siyasi ve kültür coğrafyasında koalisyonlar çok faydalıdır demek safdillik olarak nitelendirilebilir. Modern Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu zamandan bu yana tartışma, soğuk-sıcak savaş hiç bitmemiştir. Ülkemiz pek çok mücadelenin yapıldığı merkez coğrafya olarak kalmaktadır.
Koalisyonların faydalı olduğu ülkeler atipiktir. Bir kere coğrafya ve nüfus bakımından küçük ülkelerdir. Bunlar sömürgecilik ve sanayileşme sonrası bazı avantajlar sayesinde zaten çok zenginleşmiş fert başına düşen milli geliri 30.000 doların üzerinde olan memleketlerdir. Bu devletlerin herhangi bir sınır ihtilafı, etnik sorun veya başka önemli bir problemi bulunmamaktadır. Bu şekilde doğu ve batı arasındaki çatışmadan doğrudan doğruya etkilenmeyen ülke örneği bizim için anlamlı değildir. Bizim ülkemiz, 80 milyona dayanmış nüfusuyla, bir imparatorluk bakiyesi olması hasebiyle, terör ve ayırılıkçılık sorunu yaşamasıyla, Rusya ile sınırdaş olması nedeniyle ve diğer pek çok bakımlardan sorunlu bir bölgede bulunmaktadır.
Avrupa nispeten parlamenter sistemin hâkim olduğu bir alan. Ancak İngiltere’de ve Norveç’te kraliyet bulunmaktadır. Almanya’nın sistemi farklı, Fransa’da yarı başkanlık sistemi hüküm sürmektedir. Bütün unlara ilave olarak kıta Avrupa’sının teorik aklı bizimkinden değişik işlemektedir. Bu rasyonel ve teorik akıl kendisini böyle yönetebilmektedir. Ancak biz başkalarına uygun olan bir akıl ile yönetilemiyoruz. Yönetildiğimizi sandığımız hallerde ise pek çok açık-gizli engellerle karşılaşıyoruz. Bu ülkelerle aramızda siyasi kültür farklılığı da bulunmaktadır. Onun dışında ülkemiz hem tarihsel tecrübe, hem sosyal malzeme olarak bu kültüre ait işleyişten uzak durumdadır. (22.12.2016 Ankara Tanış)
Tel : 0 312 229 54 06 - 229 55 06 | Haber Yazılımı: CM Bilişim