- 21:28 - BADER Olarak Etimesgut Belediye Başkanı Sayın Enver DEMİREL'in Misafiri Olduk
- 13:44 - 5.Olağan Genel Kurul Çağrısı
- 08:48 - İstişare ve Tanışma Programımızı Gerçekleştirdik
- 08:50 - Ankara Valiliğine Vasip ŞAHİN atandı.
- 16:11 - Kabakçı Konağı Ekim Ayı Söyleşisini Gerçekleştirdik.
- 08:44 - BADER Olarak Ziyaretlerimize Devam Ediyoruz.
- 09:42 - Acımız Büyük
- 23:38 - Hacı Bayram Veli Hazretlerinin Manevi Gölgesinde Bir Sosyal Bilimler Üniversitesi
- 23:13 - Zabıta Teşkilatı 192 Yaşında…
- 16:09 - ABD Menşeili Markalara İzin Yok
- 09:30 - 15 Temmuz Platformu Üyesi Olarak Basın Açıklamasına katıldık.
- 09:24 - 13. Çubuk Kültür ve Turşu Festivali İstişare Toplantısı
- 09:18 - Döviz ve Altınlarımız Bozduruyoruz
- 09:14 - TRT'ye Ziyaret
- 16:01 - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda Basın Açıklaması Yapıldı
Adil BÜYÜKÇOLAK / Yazar





Sarp Yokuşa Atılmak ve Hicret
"Akabe", dağ yolu sarp yokuş, dağın en yükseğindeki yol ve engel anlamındadır. Mekke'den Mina'ya giderken solda kalan iki sıra tepe arası mevkiinin adı olmuştur. Bu ad buraya tesadüfî olarak verilmiş olamaz. Kelimenin coğrafi anlamı yanında bir de Kur'an'ın ifadelendirdiği anlamı düşünülmelidir. "Akabe" kelimesinin kullanıldığı Beled suresi okunursa Akabe Biatına ve o mevkiye neden bu ismin verildiği anlaşılacaktır.
"Ona iki tepeyi gösterdik. Fakat o(insan), sarp yokuşa (akabeye) atılmadı. Sarp yokuşun (akabenin) ne olduğunu sen nereden bileceksin? Bir boynu çözmek (köleyi özgürlüğüne kavuşturmak), yahut açlık gününde doyurmaktır." (90/Beled, 10-14)
Akabe'de bulunanlar, Mekkelilerin atılmadığı sarp yokuşa atılmış, müslümanları özgürleştirmeyi ve doyurmayı üzerlerine almışlardır.
Müslümanların bu mevkiye Akabe ismi vermelerinin bir sebebi de bu ayetlerdeki ifadelerin akabe olayıyla örtüşmesinden kaynaklansa gerekir diye düşünüyorum. Bu mevkide sarp yokuş sayılacak coğrafi durumdan çok Medineli müslümanların üzerlerine aldıkları durumlar ayette geçen sarp yokuş tarifine uymaktadır. Mekkeli müslümanların, evlerini, mallarını mülklerini bırakarak, baskıdan özgürlüğe, yoksulluktan zenginliğe hicretleri Medine'nin akabeye (sarp yokuşa) talip uğurlu insanlarının sayesinde olduğu düşünülürse, ayetin işaretine uygun bir tablonun oluştuğu görülecektir. Akabe Biatleri hem hicret edenleri kabul edip onları barındıranlar için, hem de her şeylerini bırakıp hicret edenler için sarp yokuşa atılmaktır.
Akabe Biatlerinde alınan kararları neticesinde Mekkeli müslümanlar da büyük zorluğa ve sıkıntıya katlanarak, özgürlük ve dinlerini rahatça yaşama imkânına kavuşmak için Rasûlullah'ın izniyle Medineli kardeşlerinin yanına hicret etmeye başladılar. Gizlice yapılan biatten müşriklerin haberi olmuştu, fakat sonuca varacak bilgiyi elde edemediler. Daha sonraları Akabe Biatlerine dair ayrıntılı bilgiler elde ettilerse de gelişmeleri engelleyemediler. Kısa süre içinde Rasûlullah ve ailesi, Ebu Bekir ve ailesi, köleler, diğerlerinin emri ve himayesi altında yaşama durumunda olanlardan başka Mekke'de müslüman kalmadı. Muhacirlerin de göze aldıklarını ve yaptıklarını her insan yerine getiremez. Bir sarp yokuş da hicret etmektir. Bu insanlar inanç, ibadet ve vicdan hürriyetini yaşatabilecekleri bu yere hicret etmeyi üzerlerine alarak hicreti bir görev saymışlardır. Yaptıkları, inançlarına ne kadar bağlı ve samimi olduklarının delili sayılmıştır. Bu zorluklara müslümandan başkası katlanamazdı. Korkak, ürkek ve pısırıklar buna takat getiremezler.
"Şayet onlara: Kendinizi öldürün yahut: Yurtlarınızdan çıkın diye yazsaydık içlerinden pek azı bunu yapardı…" (Nisa 4/66) ayeti hicretin hiçte kolay olmadığını, samimi olmayanların bunu yapamayacağını bildirmektedir.
İslam toplumunun teşekkül edebileceği yere, hicreti zaruri görerek hareket etmek çok önemli olsa gerektir.
Biat ve hicret, hicret edenler (muhacir) ve onlara yardım edenler (ensar) için sarp yokuşa atılmak demekti. Allah bu sarp yokuşa talip olanları ise şöyle vasıflandırmaktadır.
"İnanıp, hicret eden ve canlarıyla, mallarıyla Allah yolunda cihat edenlerle (onları) barındırıp yardım edenler; İşte bunlar birbirlerinin hamisidirler. Ama inanıp da hicret etmemiş olanlarla hicret etmelerine kadar hiç bir dostluğunuz olamaz…" (Enfal 8/72)
"İnanıp hicret eden ve Allah yolunda savaşanlar ve (onları) barındırıp yardım edenler; İşte onlar gerçekten inanmışlardır." (Enfal 8/74)
"Onlardan önce oraya (Medine'ye) yerleşen, imana sarılanlar (yani daha önce Medine'yi yurt edinen ensar) kendilerine göç edip gelenleri sever ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç (eğilimi) duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, (göç eden yoksul kardeşlerini) kendilerine tercih ederler…" (Haşr 59/9)
Bugün insanlardan (kendini müslüman sayanlardan) böyle fedakârlıkları istemek bir tarafa, hak sahipleri haklarını bile zor almaktadırlar. Ensar gibi hidayeti uzaktan bulup getirmek şöyle dursun, evlerinin duvarını ve kütüphanelerini süsleyen Kur'an'a ulaşmaktan acizdirler. Muhacir gibi her şeylerini bırakmak üzere inanç, ibadet ve vicdan özgürlüğünü elde etmek çabası değil, kâfirlere kalbinden buğz edemez ve parmaklarını oynatamaz haldedirler. Sarp yokuşa atılmayı göze alacaklar nerede, yağmasa da gürleyecek müslümanı mumla arayacak durumdadırlar. Tağut'a taparda Allah'a taptığını zannederler (Allah korusun), sarp yokuşu da bilmez böyleleri.
Mekkeli müşriklerin zulmünden kurtulmak çok kolay olmamıştır. Gayet dikkatli ve planlı hareket etmek gerekmiştir. Varoluş mücadelesinin en kritik, en nazik anını oluşturan hicret, İslam toplumunu oluşturmada dönüm noktası olmuştur. Siyasi, sosyal ve ekonomik özgürlük içinde İslam toplumunun hızla büyümesi ve gelişmesi mukadder olmuştur, olacaktır.
"Su uyur düşman uyumaz" sözü sanki kâfirler için söylenmiştir. Mekkeli müşriklerin (şimdikilerin de onlardan aşağı kaldıkları söylemez) İslam'a düşmanlıkları bu cinstendi. Hicretin başlamasıyla Rasûlullah aleyhine gerçekleştirecekleri eylem planlarının hazırlıklarına giriştiler. Köleleri ve velisi bulundukları müslümanları hicretten engelledikleri gibi olmadık yöntemlerle yıldırmaya çalıştılar. Rasûlullah'ın da durumunu değerlendiren müşriklerin ileri gelenleri çeşitli öneriler sundular. Korkuları onun da hicret edip, güçlenip gelip onları alt edebileceği idi. Zincire vurmak, hapsetmek, sürgün ekmek gibi zalim önerilerden sonra, en zalim kararı almaktan da çekinmediler. Her kabileden soylu, kılıçlı bir genç bulunacak, bir hamlede öldürülecekti. Fakat (çağdaş müşriklerde olmayan) bir hukuk anlayışıyla evine girip onu öldürmüyorlardı. Çünkü bir adamı kendi evinde öldürmek korkaklığın en adisi sayılıyordu.
Rasûlullah (a.s) hicret kararını ve planını Hz. Ali (r.a) anlattı. Mekke'nin en güvenilir şahsiyeti olarak kendisine emanet edilenleri sahiplerine vermesini, zamanın en kritik anında bile hatırlayıp Hz. Ali'ye tembih etmesi insanlara en güzel örnektir. Katil namzetlerini atlatmanın planı ise Hz. Ali (r.a)'nin fedakârlık gösterip onun yatağında yatmasaydı. Yiğit Ali (r.a) bunu kabul de hiç tereddüt göstermedi.
Hicretin gerçekleşmesi için gerekli tüm hazırlık ve planlar bizzat Rasûlullah tarafından gizlilik esasına göre yürütülmüştür. O tevekkül ettiği kadar sebeplere de sarılarak müslümanlara örnek olmuştur. Hazırladığı planın yanında Allah'a şöyle niyazda bulunması vahyedilmiştir.
"De ki: Rabbim! Beni doğruluk girdirişiyle girdir ve beni doğruluk çıkarışıyla çıkar. Katından bana yardımcı bir güç ver." (İsra 17/80)
Rasûlullah (s.a.v) sebeplere tevessül edip, planlı hareket ederken, müslümanların onu takip etmemesi demek onu anlamamaları demektir. Hicret planını, gerekli olandan fazlasını en yakınına bile söylemeden yürüten Rasûlullah, Hz. Ali'ye yapmasını istediklerini bildirdiği gibi daha önceden Hz. Ebu Bekir (r.a)'den hicret hazırlığı için binek ve kılavuz temin ettirmişti. Hicreti planladığı gibi safha safha gerçekleştiriyordu. Medine'ye hicret edeceği tahmin edileceğinden Medine'nin ters istikametindeki Sevr dağında bir mağarada saklanmak, ortalık yatıştıktan sonra Medine'ye hareket etmek arzusundaydı. Müşrikler hicretin başladığını öğrenince kayıtsız kalmadılar. Hareketi başlamadan boğmak ve bitirmek istiyorlardı (Her müşrikin yaptığı ve yapacağı gibi). Ödül koyarak arama çalışmalarına başladılar. Hatta saklandıkları mağaranın kapısına kadar geldiler. Hicret Kur'an'da şu ifadelerle anlatılmaktadır.
"Hani bir vakitler o kâfirler sana karşı türlü hileler kuruyorlardı. Seni tutup bağlamak, seni öldürmek yahut yurdundan çıkarmak için suikast hazırlıyorlardı. Allah da onların mekir ve hilelerini kendi başlarına çaldı. Onların planlarını altüst etti. Zira Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır. " (Enfal 8/30)
Sıkıntılı zamanın birinde müslümanların Rasûlullah'a yardımda tereddüt geçirmeleri üzerine nazil olan, Allah'ın Rasülüne yardımını ve hicreti hatırlatan ayet şöyledir.
"Eğer siz Peygamber'e yardım etmezseniz, and olsun Allah ona yardım eder. İnkâr edenler onu yurdundan çıkardılar. Mağarada bulunan iki kişinin ikincisi idi. Arkadaşına (Ebu Bekir) "Üzülme Allah bizimledir" demişti. Allah da ona sekine (kalp huzuru ve güveni) indirdi ve onu görmediğiniz askerlerle destekledi". (Tevbe 9/40)
Müşriklerin Rasûlullah'ın bulunduğu mağaraya baktıkları halde onu görememeleri ve bulamamaları, bütün tedbirleri ihmal etmeksizin alanlara Allah'ın verdiği mükâfat ve başarıdır. Rasûlullah hayatı boyunca Allah'ın elçisi olduğu halde bütün tedbirleri alıyorken, bugünün müslümanlarına ne oluyor ki tedbirsiz, plansız, çalışmasız başarı bekliyor. Çalışma gayret ve tedbir bizden takdir ve başarı Allah'tandır.
Yorum Ekle
Arkadaşına Gönder
Yazdır
Yukarı
Tel : 0 312 229 54 06 - 229 55 06 | Haber Yazılımı: CM Bilişim