- 21:28 - BADER Olarak Etimesgut Belediye Başkanı Sayın Enver DEMİREL'in Misafiri Olduk
- 13:44 - 5.Olağan Genel Kurul Çağrısı
- 08:48 - İstişare ve Tanışma Programımızı Gerçekleştirdik
- 08:50 - Ankara Valiliğine Vasip ŞAHİN atandı.
- 16:11 - Kabakçı Konağı Ekim Ayı Söyleşisini Gerçekleştirdik.
- 08:44 - BADER Olarak Ziyaretlerimize Devam Ediyoruz.
- 09:42 - Acımız Büyük
- 23:38 - Hacı Bayram Veli Hazretlerinin Manevi Gölgesinde Bir Sosyal Bilimler Üniversitesi
- 23:13 - Zabıta Teşkilatı 192 Yaşında…
- 16:09 - ABD Menşeili Markalara İzin Yok
- 09:30 - 15 Temmuz Platformu Üyesi Olarak Basın Açıklamasına katıldık.
- 09:24 - 13. Çubuk Kültür ve Turşu Festivali İstişare Toplantısı
- 09:18 - Döviz ve Altınlarımız Bozduruyoruz
- 09:14 - TRT'ye Ziyaret
- 16:01 - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda Basın Açıklaması Yapıldı
Adil BÜYÜKÇOLAK / Yazar





SAVAŞIN AYAK SESLERİ
İslam ümmetinin görevi, dünyayı yeniden düzenlemek ve yolsuzlukların kökünü kazıyarak ahlakî bir sosyo-politik adaletli bir düzen kurmaktır. Allah’a inanmak, ibadetleri yerine getirmek, zekât vermek, iyiliği emretmek kötülükten alıkoymak gibi evrensel görevleri başarmak için gayret etmektir.
Müslümanlar hicretten önce sayı ve güç olarak savaşma imkânına sahip değillerdi. Zulmü ve işkenceyi dahi engelleyecek durumları yoktu. Bazı ayetlerden müşrik saldırılarına zaman zaman karşılık verildiği anlaşılıyorsa da, bunlar şahsi ve bireysel çıkışlardan öteye gitmiyordu. Medine’ye hicretle birlikte durum değişmiş, müslümanlara kendilerine saldıranlara karşı savaş izni verilmiştir (Hacc 38-41). Mücadelenin ikinci aşamasında ise saldırı ve zulmü başlatan müşriklerle bu düşmanlıklarından vazgeçinceye, davet özgürlüğüne kavuşuncaya ve dinin tamamı Allah’ın oluncaya kadar savaşılması emrediliyordu.
“Onlarla savaşın ki, fitne ortadan kalksın, din yalnız Allah’ın olsun. Eğer vazgeçerlerse artık zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur” (2/193).
Cihadın üçüncü boyutu, barış isteyenlerle, anlaşmalı olanlarla ve tarafsız kalanlarla savaşılmamasıdır (4/90, 9/4, 60/8-9).
Rasûlullah’ın ve müslümanların Medine’de karşı karşıya bulundukları savunma, hazırlık, öncü kuvvet, seriyye, mücadele durumlarını gözler önüne sermesi bakımından seriyye ve gazvelerin sayısını vermek yeterlidir sanırım. İslam savaşçılarının seriyye ve keşif kuvvetlerinin sayısı 65, Rasûlullah’ın bizzat bulunduğu sefer sayısı 27’yi bulmuştur. On yıl içinde bu kadar hareketli olunması böyle bir dönemde cihadın ne kadar önemli olduğunun göstergesidir.
Bu dönem Kur’an ayetlerinin de mücadele konusuna büyük yer ayırmasının hikmeti böylece anlaşılmış olmaktadır. Bu konudaki ayetler, genel olarak canla-malla cihada çağırır, mücadeleye teşvik eder, cihadı onlara sevdirir. Mücadele için motivasyon sağlar, malla-canla mücadeleye katılanları takdir eder, geri duranları eleştirir. Mücadelenin genel ilkeleri ve hedeflerini ortaya koyar. Yapılan mücadelenin gereği ve önemini açıklar.
Yine Kur’an’ın söz konusu ayetleri incelendiğinde şu hususlar hemen göze çarpmaktadır:
1) Hak, adalet, merhamet gibi ilkelerin, güçlü bir hareketle muhafaza edilebileceği inancının verilmesi.
2) Hakka, özgürlüğe üstün değerlere ve ilkelere destek olma yolunda, müslümanın her türlü sıkıntı, mahrumiyet ve yorgunluğa katlanabilecek bir bilince ve bu uğurda her türlü tehlikeye, zorluğa ve yokluğa göğüs gerecek bir karaktere ulaştırılmasıdır.
Bir avuç Ensar ve Muhacirin başarılarının azığı, Kur’an ve onun motive ettiği imanlı göğüslerden başkası değildi. Onlar kalplerinin her tarafını kuşatan yüce değerlerin uğrunda ölmeyi en ideal hedef olarak görüyorlardı.
Kur’an’ın mücadeleye çağrısı yalnız bedensel ve sıcak savaşla sınırlı değildir. Malla olan mücadeleyi da kapsamaktadır. Mal, savaşın can damarıdır. Mal ve can cihadından söz eden ayetlerin önce malı zikretmesi, mal cihadının önemini bildirmesi açısından dikkate değer bir özelliktir.
Mücadelenin Rasûlullah dönemindeki seyri; yapılan savaşlar, seriyyeler ve keşif kuvvetleri, düşmanın saldırısını önlemek, ondan intikam almak, zulümleri önlemek, sözleşmelerini bozan veya hainlik eden düşmanı cezalandırmak, haksız yere kanı akıtılmış müslümanın kanını yerde bırakmamak, dava için, davayı kabul edenler için bir güven ortamı hazırlamak ve zulümle İslam’ı engelleyen güçleri saf dışı bırakmak şeklindeydi.
Kur’an, bu ilkeler uğruna ölümün ve çekilen sıkıntıların bilgisini ve mü’minlerin motivasyonunu şu ayetlerle ne güzel ifade etmektedir:
“Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin; bilakis onlar diridirler, fakat siz farkında olmazsınız. Andolsun sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle deneriz. Sabredenleri müjdele ki onlara bir bela (musibet) eriştiği zaman: “Biz Allah içiniz ve biz O’na döneceğiz” derler. İşte Rabblerinden bağışlanmalar ve rahmet hep onlaradır ve hidayete erenler de onlardır” (2/154-157).
Görüldüğü gibi bu ayetler müslümanları karşılaşabilecekleri zararlara ve acılara karşı eğitmektedir.
Müslümanların kendileriyle savaşanlara karşı savaşmaları istenmiş (2/190-195), fakat mescit-i Haram’ın yanında ya da haram aylarında savaşmaları yasaklanmıştı.
Rasûlullah (s.a.v.), hicretin 7. ayında amcası Hz. Hamza’ya ilk sancağı vererek seriyye harekâtını başlattı. 30 kişilik ve muhacirlerden oluşan birlik, Ebu Cehil b. Hişam’ın komuta ettiği 300 kişinin bulunduğu Şam’dan gelen Kureyş’e ait kervanın yolunu kesmek için yola çıktı. İki taraf karşılaştı fakat iki tarafın da müttefiki olan Mecdî b. Amr el-Cüheni, aralarını ayırdı, savaş vuku bulmadı. Bundan sonra seriyyeler dur durak bilmeden devam etti. Ubeyde b. Haris komutasındaki seriyyede Sa’d b. Ebi Vakkas Allah yolunda ilk ok atan kişi olmuşsa da bu seriyyede de tam bir çarpışma vuku bulmamıştır. Sa’d b. Ebi Vakkas Seriyyesinin ardından Rasûlullah bizzat Ebva Gazasına çıktı. Bu Rasûlullah’ın katıldığı ilk gazvedir. Buvat Gazası, Sefevan Gazası, Zü’l Uşeyre Gazası çarpışma olmadan bitirilmişse de Abdullah b. Cahş Seriyyesi büyük çarpışmaların habercisi olmuştur. Hicretin 17. ayının başlarında, Recep (haram aylarından biridir) ayında Abdullah b. Cahş, muhacirlerden 12 kişinin başında Rasûlullah tarafından Nahle’ye gönderildi. Rasûlullah (s.a.v.). Abdullah için bir mektup yazmış, iki gün geçinceye kadar bu mektubu açmamasını tembih etmişti. Mektupta: “Mekke ile Taif arasındaki Nahle’ye kadar gitmesi, oradan Kureyş’i gözetleyerek durumlarını öğrenmesi” bildirilmekteydi. Muhacirler, Nahle’ye varıp, yolun çok yakınında gizli bir yerde konakladıklarında, küçük bir Kureyş kervanı, onlardan habersiz, yakınlarında bir yere konakladı. Abdullah ve arkadaşları saldırıp saldırmama konusunda ikilem içine düştüler. Rasûlullah’ın onlardan istediği haber getirmeleriydi. Onlara savaşmaları gerektiğini söylememiş ve haram aylardan da bahsetmemişti. Hac suresinin 39. ayetinde kendileriyle savaşanlarla savaşabilecekleri iznini vermişti. Kureyş de onlarla bir nevi savaş halindeydi. Ayrıca kervandakiler arasında İslam’a en çok düşmanlık gösteren Mahzum kabilesinden iki adam vardı. Bir müddet kararsızlıktan sonra saldırmaya karar verdiler. Attıkları bir okla Amr b. el-Hadrami’yi öldürdüler. Mahzumlu Osman ve Muğireoğullarının azatlısı Hakem b. Keysan’ı esir aldılar. Osman’ın kardeşi Nevfel Mekke’ye kaçmayı başardı. Abdullah (r) ve adamları esirleri ve kervanı eşyalarıyla birlikte Medine’ye getirdiler. İslam tarihinde ilk humus (1/5), ilk öldürme ve ilk esir alma olayı budur. Abdullah (r) getirdiklerinin beşte birini Rasûlullah (s.a.v.)’e verdi, geri kalanları da arkadaşları ile paylaştı. Fakat Rasûlullah (s.a.v.) verilenleri kabul etmedi, onların bu yaptıklarından hoşlanmadığını “Size haram ayda savaşmanız için izin vermemiştim” diyerek belli etti. Zira müşrikler ve Yahudiler “Muhammed (s.a.v.) haram ayı ihlal etti.” diye propagandaya başlamışlardı. Bu seriyyeye katılan müslümanlar, arkadaşları tarafından bile töhmet altına alındılar. Durum bu minval üzereyken, bu konuda da son sözü Allah söyledi ve konuya açıklık getirdi.
“Sana haram olan ayı, onda savaşmayı sorarlar. De ki: “Onda savaşmak büyük bir günahtır. Fakat Allah yoluna engel olmak, Allah’a ve Mescid-i Haram’a karşı nankörlük etmek, halkını ondan sürüp çıkarmak, Allah yanında daha büyük bir günahtır. Fitne ise öldürmekten daha büyük suçtur.” (2/217)
Bu ayete göre haram aylarda savaşmak yine haramdır, ancak bu durum istisnaî bir durum olarak kabul edilip yapılan işin çok da kötü olmadığı, asıl kötülüğün ne olduğu açıklanmak suretiyle durum açıklığa kavuşmaktadır. Bu ayetten sonra Rasûlullah ganimetin beşte birini ve esirler için gönderilen fidyeyi genel harcamalar için almıştır. Esirlerden Osman Mekke’ye gönderilmiş, Hakem müslüman olarak Medine’de kalmıştır. Yine bu ayetten şu sonucu çıkarmamız mümkün görünmektedir. Bazı durumlarda müslümanlar, iyi niyetle kusur ve günah sayılabilecek işler yapmış olsalar da bağışlanmaktadırlar. Kâfirlerin zulmü ise her türlü kötülüğün üstündedir.
Konuyu insanların savaşa bakışını tashih eden ayeti naklederek bitiriyorum.
“Hoşunuza gitmese de savaş size farz kılındı. Bazen hoşlandığınız bir şey sizin iyiliğinize, sevdiğiniz bir şey de sizin kötülüğünüze olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (2/216)
Yorum Ekle
Arkadaşına Gönder
Yazdır
Yukarı
Tel : 0 312 229 54 06 - 229 55 06 | Haber Yazılımı: CM Bilişim