- 21:28 - BADER Olarak Etimesgut Belediye Başkanı Sayın Enver DEMİREL'in Misafiri Olduk
- 13:44 - 5.Olağan Genel Kurul Çağrısı
- 08:48 - İstişare ve Tanışma Programımızı Gerçekleştirdik
- 08:50 - Ankara Valiliğine Vasip ŞAHİN atandı.
- 16:11 - Kabakçı Konağı Ekim Ayı Söyleşisini Gerçekleştirdik.
- 08:44 - BADER Olarak Ziyaretlerimize Devam Ediyoruz.
- 09:42 - Acımız Büyük
- 23:38 - Hacı Bayram Veli Hazretlerinin Manevi Gölgesinde Bir Sosyal Bilimler Üniversitesi
- 23:13 - Zabıta Teşkilatı 192 Yaşında…
- 16:09 - ABD Menşeili Markalara İzin Yok
- 09:30 - 15 Temmuz Platformu Üyesi Olarak Basın Açıklamasına katıldık.
- 09:24 - 13. Çubuk Kültür ve Turşu Festivali İstişare Toplantısı
- 09:18 - Döviz ve Altınlarımız Bozduruyoruz
- 09:14 - TRT'ye Ziyaret
- 16:01 - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda Basın Açıklaması Yapıldı
Adil BÜYÜKÇOLAK / Yazar





YENİLGİYE TAHAMMÜL
Bedir zaferinden sonra Uhud yenilgisi derin anlamlar taşımaktadır. Yenilgi, gerçeğin öbür yüzüdür. Bazen yenilgiyle zaferlerde bile elde edilemeyen yepyeni tespit ve değerlendirme gücüne erişilmektedir. Bir davanın yürütülmesinde yenilgiye tahammül edebilme ruhu, yerine göre zaferden daha önemlidir. Uhud yenilgisi müslümanlar için tam da bunun karşılığı durumundadır.
Uhud savaşı, Kur’an’da Al-i İmran suresi 121-175. ayetlerinde anlatılmaktadır. Müslümanların bu ayetlerden gereken esasları almaları beklenir.
Allah, müslümanlara, itaatsizliklerinin, gevşekliklerinin sonucu olarak yenilgiyi tattırdığını bildirmiştir (3/152). Müslümanlar bundan sonra daha dikkatli olmayı öğrenmişlerdir. Peygamber (s.a.v)’e getirdikleri şeylerden dolayı uyanlarla, başka sebeplerden ötürü hareket edenlerin yeni mü’minlerle münafıkların birbirinden ayrılması sağlandı. Bedir zaferi ve müslümanların gücü karşısında etkilenen, gerçekte, müslüman olmayan, zorlukla karşılaşmadan önce atıp-tutan, zorluk karşısında hemen yan çizen münafıklar, müslümanların bu yenilgisiyle kendilerini açığa verdiler. Böylece müslümanlar, kâfirlerden başka kendi içlerindeki münafık tehlikesini iyice görmüş oldular. Bundan sonra yapacakları işlerde bunu da hesaba katar hale geldiler.
Mü’minler sevinçte ve tasada, hoşlandıkları ve hoşlanmadıkları durumda, zaferde ve yenilgide nasıl davranacaklarını böylelikle öğrendiler. Özellikle yenilgiyle pes etme yerine, Allah’a ve Rasulü’ne itaate devam ettikleri sürece Allah’ın gerçek kulları olacaklarını ve dünya ve ahiret başarısına ulaşacaklarını anladılar. Zorluk anında dayanamayan ve isyan edenler müslümanlıklarını gözden geçirmek durumundadırlar. Zahmetsiz bir ortamda müslümanım diyebilen, biraz sıkıştığında yüz çevirenlerin samimiyetinde şüphe olduğu açıktır. Mü’minler, zahmetli bir dünyada zahmetsiz cenneti ummazlar, dünyanın zahmetli bir imtihan dünyası olduğunu bilirler.
Müslümanlar, Uhud yenilgisinden bir gün sonra direnişe karar vermeleriyle tekrar Allah’ın yardımını hak ettiler.
Mü’minler için cennette öyle mertebeler vardır ki, oralara ancak bela, mihnet ve zahmetlere sabır göstererek ulaşırlar. Tarih göstermiştir ki bu gibi durumlar, en çok peygamberin ve onlara samimi inananların başına gelmiştir. Onlar her türlü zahmete tahammül ve sabır göstererek derecelerini yükseltmişlerdir.
Allah, nefislerin afiyet, zafer ve zenginlikten dolayı azmasını, bu bela ve imtihanlarla önlemekte, mü’mine ahiret yolculuğunda yardım etmiş olmaktadır. Azgınlık hastalığından acı ilaç içirilerek mü’minler kurtarılmaktadır.
Bela ve musibetler, mü’minleri derecelerin en üstünü olan şehitlik mertebesine ulaştırmada da bir sebep kılınmıştır. Şehitlik ki kulları, Allah katının en seçkini ve en yakını olmasını sağlamaktadır. Allah gerçek kullarını böyle yükseltmekte ve temizlemektedir. Kâfirlere ise azgınlıklarının, zulümlerinin ve küfürlerinin hesabını mü’minler eliyle helak olmaları şeklinde göstermek istemektedir. Bela ve musibete tahammül mü’minleri, günahlardan ve kusurlardan temizlerken kâfirlerin de mahvedilme ve helak edilme sebebi olmaktadır (3/139-141).
Yenilgi mü’mine acı veriyorsa, kâfire de acı vermektedir. Mü’minler bu acıya herkesten daha çok tahammül göstermelidir. Çünkü mü’minler, Allah’tan kâfirlerin ummadıkları şeyleri ummaktadırlar.
Nitekim “... Eğer siz (Uhud’da) bir yara almışsanız, (size düşman olan) topluluk da (Bedir’de) bir yara almıştı...” (3/140) “Eğer siz acı çekiyorsanız onlar da sizin çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz Allah’tan onların ummadıkları şeyleri ummaktasınız.” (4/104). Kâfirler, tağutun (zorba ve azgın olan, azdıran) yolunda acı ve musibetlere tahammül gösterirken, mü’minlerin Allah yolunda bu tahammülü göstermeleri bir imanî vazife olmaktadır. Kâfirler batıl davalarının yılmaz bekçileri olurken, mü’minlerin hak davalarını savunmada karşılaşacakları zorluklardan yılgınlık göstermesi yakışı kalmaz.
Kur’an’da mü’minlerin direnmeleri ve savaşmaları gereken durumları tespit eden ayetlerden bazılarını hatırlatmakta yarar olduğu kanaatindeyim.
“İnsanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere, karşı durulmalıdır. İşte can yakıcı azap bunlaradır.” (42/42)
“Ey inananlar! Bir toplulukla karşılaşırsanız direnin ve başarıya ulaşmak için Allah’ı çokça anın.” (8/45)
“Yoksa içinizden var gücü ile uğraşanları bilmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz.” (3/142)
“Andolsun ki, ölseniz de öldürülseniz de Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.” (3/158)
“Öyleyse, dünya hayatına karşılık ahireti satın alanlar, Allah yolunda çarpışsınlar. Kim Allah yolunda savaşırsa -ister öldürülsün ister galip gelsin- Biz ona büyük bir ödül vereceğiz.” (4/74)
“Size ne oluyor da “Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir dost kıl ve katından bize bir yardımcı gönder” diyen mustazaf (baskı altında zayıf kalan) erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz. İnananlar Allah uğrunda savaşır. İnkâr edenler tağut (zorba ve azgın olan, azdıran) uğrunda savaşır. Öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Doğrusu, şeytanın düzeni zayıftır.” (4/75-76)
“İnananlardan, özürsüz olarak yerinde oturanlarla, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda savaşanlar eşit olmazlar. Allah, canlarıyla ve mallarıyla cihat edenleri, oturanlardan derece derece üstün kılmıştır. Gerçi Allah hepsine de en güzeli vaat etmiştir. Fakat Allah mücahitlere oturanlardan daha büyük ödüller vererek üstün kılmıştır.” (4/95)
“Allah, Tevrat, İncil ve Kur’an’da üzerine aldığı gerçek bir söz olarak, Allah yolunda çarpışıp öldürülen ve öldüren mü’minlerin canlarını ve mallarını cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü, Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse yaptığınız bu alışverişe sevinin. İşte bu büyük kurtuluştur.” (9/111)
“Ey inananlar! Size ne oldu? “Allah yolunda seferber olun (savaşa çıkın)” dendiğinde yere yığılıp (çakılıp) kaldınız. Ahiret yerine dünya hayatına mı razı oldunuz? Oysa dünya hayatının geçimliği ahirete göre pek azdır. Eğer savaşa çıkmazsanız, Allah size can yakıcı bir azapla azap eder ve sizi bir başka toplumla değiştirir. Ona hiçbir zarar da veremezsiniz. Allah’ın gücü her şeye yeter.” (9/38-39)
“Allah, kendi uğrunda, kenetlenmiş bir duvar gibi sıra halinde savaşanları sever.” (61/4)
Ayetlerden anlaşılıyor ki mü’minlerin baskıya, zulme ve küfre karşı direnmeleri istenmektedir. Hakları ellerinden alınmış olanların yanında, Allah uğruna her türlü mücadeleyi vermek mü’minin imani sorumluluğu olduğu belirtilmektedir. Geçici dünya geçimliği yerine ebedi ahiret saadetini tercih etmesi beklenmektedir. Allah yolunda direnç göstermeyen müslüman toplumun akıbetini bildirmektedir. Müslümanları düşmanlarına itaatten sakındırmaktadır. Eğer onların zulüm ve baskılarına itaat eder, hareketsiz kalır sinerlerse dünya ve ahirette hüsrana uğrayacaklarını haber vermektedir.
Mü’minler, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ettikleri sürece dünya ve ahiret saadetine ve kurtuluşuna kavuşacaklarını iyi bilmek durumundadırlar. Mü’min inancı için yaşar, onun uğrunda dünyada en değerli varlığı olan canını çekinmeden verir. Müslüman, cesur, şükreden, dua eden, duasının gereğini yerine getiren, Allah’tan korkan, Allah’ın rızasını uman, kâfirlerin zulmüne ve küfürlerine gerekli tepkiyi gösteren kimsedir.
Müslümanlar namazlarında okudukları ve ettikleri duaları düşünseler, nasıl olmaları gerektiğini anlayabilir, gereği gibi davranabilirler. Vitir namazında okunan “kunut dua”larının ve bazı duaların anlamlarını vererek, üzerinde düşünmeniz dileğiyle yazımı bitiriyorum.
“Allah’ım! Senden yardım diler, senden mağfiret ve hidayet isteriz. Sana iman ederiz. Sana tövbe ederiz. Sana güveniriz. Seni bütün işlerimizde hayırla anar ve daima şükrederiz. Seni inkâr etmeyiz. Sana isyanda ısrar edenleri terk eder ve bu gibileri mevkilerinden alaşağı ederiz.
Allah’ım! Ancak sana ibadet ederiz, sana dua eder ve sana secde ederiz. Senin rızan için koşarız. Senin rahmetini umarız. Azabından korkarız. Şüphesiz senin azabın kâfirlere erişicidir.”
“Allah’ım! Korkaklıktan ve hasislikten sana sığınırım. İhtiyarlık dolayısıyla şaşkın düşkün olmaktan da sana sığınırım.
Allah’ım! Seni zikretmek, sana şükretmek, sana güzelce ibadet etmek hususunda bana yardım et.
Allah’ım! Günahlarımı, suçlarımı bağışla, ayıplarımı gizle, beni bütün tehlikelerden koru. Bütün mü’minleri koru, zalim ve kâfirlere karşı bize yardım et.” Âmin (Dualarımızı da kabul et.)
Yorum Ekle
Arkadaşına Gönder
Yazdır
Yukarı
Tel : 0 312 229 54 06 - 229 55 06 | Haber Yazılımı: CM Bilişim